A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Kimler Şehittir?
بِسْمِ اللهِ، اَلْحَمْدُ ِللهِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ
اللهِ وَبَعْدُ
1) Allah Yolunda Öldürülen Şehittir
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle
dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem), sahabelere:
−‘Sizler kendi aranızda kimi şehit
sayıyorsunuz?’ dedi.
Sahabeler:
−Ey Allah’ın Rasulü! Allah yolunda
öldürülen kimse şehittir, dediler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
−‘Şüphesiz o zaman ümmetimin şehitleri
az olur.’
Sahabeler:
−Onlar kimlerdir ey Allah’ın Rasulü
deyince? Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Allah yolunda öldürülen şehittir.
Allah yolunda ölen de şehittir. Taun’dan (Veba’dan) ölen şehittir. Karın
hastalıklarından ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir’ buyurdu.”
Müslim 1915/165, Ahmed 522, İbni Mace 2804 Hâkim
2/159, Beyhaki
2) Allah Yolunda Ölen Şehittir
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle
dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Herkim Allah yolunda (evinden) çıkar da
ölür ya da öldürülürse o kimse şehittir. Devesi ya da atı düşürür (boynu
kırılırsa) yahut bir yer haşeratı onu sokarsa ya da yatağı üzerinde Allah’ın
dilediği herhangi bir şekilde ölürse şüphesiz ki o kimse şehittir ve muhakkak
onun için cennet vardır’ buyurdu.”
Ebu Davud 1/391, Hâkim 2/78, Beyhaki 9/166
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle
dedi:
“…Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem):
−‘…Allah yolunda ölen şehittir…’ buyurdu.”
Müslim 1915/165, Ahmed 522, İbni Mace 2804, Hâkim
2/159, Beyhaki
3) Tâun (Veba) Hastalığından Ölen Şehittir
Muhammed Esed ve Kur’an Mesajı isimli Meâl-Tefsiri
Değerli okuyucular! “Sonradan müslüman oldu.”
görülen niceleri var ki, aslında müslüman olmadığı halde öyle görünmüşler.
Onlar Müslüman görünmeye mecburdurlar, çünkü vazifelidirler. Esed’in müslüman
olmadan yaptığı yolculuklar, insanın aklına böyle şeyler getiriyor. Sanki İslâm
âlemine hususi olarak gönderilmiş…
Kur’an Mesajı” isimli eser Muhammed Esed’e
ait. Eser hakkında bilgi vermeden önce, kısaca eserin sahibini tanıyalım.
Yahudi bir ailenin çocuğu olan Muhammed Esed,
Ukrayna’nın Lvov şehrinde 1900 yılında doğdu. Anne tarafından dedesi bir Yahudi
hahamı idi. Ailesinden husûsi bir Yahudilik eğitimi aldı.
Öyle ki, 13 yaşında İbrâniceyi su gibi
biliyor, Tevratı ve Yahudiliğe ait diğer kitapları rahatça okuyordu.
Esed 14 yaşındayken âile Viyana-dadır. 20 yaşına gelen Esed, Viyana’yı terk ederek Prag’a, oradan da Berlin’e geçer. Orada film yönetmenliği ve senaristlik yapar. United Telegrabt adlı ajansta muhabir olur.
Esed 14 yaşındayken âile Viyana-dadır. 20 yaşına gelen Esed, Viyana’yı terk ederek Prag’a, oradan da Berlin’e geçer. Orada film yönetmenliği ve senaristlik yapar. United Telegrabt adlı ajansta muhabir olur.
Dayısının daveti üzerine âni bir kararla
Kudüs’e gider. Oradayken, birçok gazeteyle yazışma sonucu, Frankfurter
Allgemeine Zeitung’un, Yakındoğu muhabiri olur.
Derken, Kudüs’ten Kâhire’ye gider. 23 yaşında
tekrar Kudüs’e döner. Oradan Amman’a geçer. Amman’da Emir Abdullah ve danışmanı
Rıza Tevfik’le tanışır. Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid’e karşı çıkanlardan olup
meşhur masonlar-dandır.
Oradan Şam’a geçer. Devamla Bursa, İstanbul,
Sofya, Belgrat üzerinden Frankfurt’a gider. Berlin’e gidiş gelişleri olur.
24 yaşındayken, Frankfurter Allgemeine
Zeitung tarafından tekrar Doğu’ya gönderilir. Port Said üzerinden Kâhire’ye
geçer. Ezher şeyhi Mustafa Merâğî ile tanışır. O senelerde Ezher
Üniversitesi’nin kâmilen masonların elinde olduğunu hatırlatalım.
Kâhire’den Ürdün’e geçer. Birkaç kere Şam,
Trablus, Beyrut arasında gidip gelmeleri olur. Sonra İran’a, Kürdistan’a ve
Afganistan’a gider. (Burada kullandığımız “Kürdistan” kelimesi lütfen
yadırganmasın. Çünkü, bu kelime bize ait değildir. Kendisinden bahsedeceğimiz
eser, İşaret Yayınları tarafından 1999’da basılmış olup, Yeni Şafak Gazetesi
tarafından okuyucularına verilmiştir. Eserin önsözünde Muhammed Esed hakkında
bilgi verilmiş. “Kürdistan” kelimesi de orada geçiyor. Biz de orada okuduğumuzu
olduğu gibi aktarıyoruz.)
Esed 26 yaşındadır. Herat, Merv, Semerkant,
Buhâra ve Taşkent üzerinden Moskova’ya gider. Oradan da Avrupa’ya geçer ve
evlenir. Berlin’e yerleşir. Çalıştığı gazeteden ayrılır ve yeni gazetelerle
anlaşır. Bu sıralarda karısıyla beraber müslüman olduğunu açıklarlar. 27
yaşında karısıyla beraber yine seyahata çıkar, fakat bu sefer hacca giderler.
Karısı bilinmeyen bir sebeple Mekke’de ölür.
Aynı yıl Kral Abdülaziz ile tanışır. Orada tekrar evlenir ve Medine’ye
yerleşir. Burada tarih ve tefsir çalışmasına başlar. Arabistan’da ancak 32
yaşına yani 1932’ye kadar kalır. Daha fazla Arabistan’da kalmaz. Devamlı gezer.
Afrika’da Şeyh Sünûsî ile de tanışır.
ZILZÂL SÛRESI
Kur'ân-i Kerim'in doksan dokuzuncu sûresidir.
Nisâ sûresinden sonra nazil olmustur. Sekiz âyettir. Fasilasi he, mim ve elif harfleridir. Sûrenin nüzûl yeri hakkindaki rivayetlerin bazilari sûrenin Mekkî, bazilari da Medenî oldugunu belirtir. Ifade ve üslûbu, ele aldigi mevzûlari hususunda Mekkî olduguna nisbet edilmistir. Mushaflar'da ise Medenî olarak gösterilmistir. Ebû Sâid el-Hudrî'den gelen bir hadis sûrenin Medenî oldugu görüsünü kuvvetlendirmektedir:
Ibn Ebî Hâtim, Ebû Saîd Hudrî'den nakletmistir: "Her kim zerre miktari hayir islerse onu görecekler. Her kim de zerre miktari bir ser islerse onu görecektir" (Zilzâl, 7-8) âyetleri ile ilgili olarak Rasûlullah (s.a.s)'a söyle demistir: "Ya Rasûlullah, kendi amellerimi görecek miyim?" Allah Rasûlü söyle buyurmustur: "Evet!" Ben söyle dedim: "Ben mahvoldum." Allah Rasûlü (s.a.s): "Sevin, ya Ebû Said. Çünkü Yaptigin her salih amele on sevap verilecektir" buyurdu.
Bu hadis sûrenin Medenî olduguna delil teskil eder. Çünkü Ebû Said Hudrî Ensar'dandi. Ayrica Uhud'tan sonra balig olmus oldugu için bu rivayet, bu âyetin, dolayisiyla sûrenin Medine'de nâzil oldugunu te'yid etmektedir.
"Deprem, arka arkaya gelen siddetli sarsinti" demek olan Zilzâl, sûrenin ilk âyetinde geçer ve sûre adim buradan alir. Sûrenin isimleri "Zelzele" ve "Zilzâl"dir.
"Yer sarsildikça sarsildigi zaman." (1).
Sûre ilk âyetiyle birlikte kiyametten sahneler sunuyor, selim akil sahiplerine. Ibn Abbas bu âyet hakkinda der ki: Yani "dibinden oynayip hareket ettiginde." Kur'an'in bir baska yerinde söyle buyurulur o an için: "Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Dogrusu kiyamet saatinin sarsintisi büyük bir seydir." (Hacc, 22/1).
Kiyametin kopmasindan, insanlarin yeniden dirilip hesap vermesinden, herkesin -iyi ya da kötü- ettigini bulacagindan bahseden sûrenin ikinci ayeti ise yine "yer"le ilgili ve insani bütün benligiyle dogrudan etkileyen bir üsluba sahiptir:
"Toprak agirliklarini disari çikardigi zaman" (2).
Nisâ sûresinden sonra nazil olmustur. Sekiz âyettir. Fasilasi he, mim ve elif harfleridir. Sûrenin nüzûl yeri hakkindaki rivayetlerin bazilari sûrenin Mekkî, bazilari da Medenî oldugunu belirtir. Ifade ve üslûbu, ele aldigi mevzûlari hususunda Mekkî olduguna nisbet edilmistir. Mushaflar'da ise Medenî olarak gösterilmistir. Ebû Sâid el-Hudrî'den gelen bir hadis sûrenin Medenî oldugu görüsünü kuvvetlendirmektedir:
Ibn Ebî Hâtim, Ebû Saîd Hudrî'den nakletmistir: "Her kim zerre miktari hayir islerse onu görecekler. Her kim de zerre miktari bir ser islerse onu görecektir" (Zilzâl, 7-8) âyetleri ile ilgili olarak Rasûlullah (s.a.s)'a söyle demistir: "Ya Rasûlullah, kendi amellerimi görecek miyim?" Allah Rasûlü söyle buyurmustur: "Evet!" Ben söyle dedim: "Ben mahvoldum." Allah Rasûlü (s.a.s): "Sevin, ya Ebû Said. Çünkü Yaptigin her salih amele on sevap verilecektir" buyurdu.
Bu hadis sûrenin Medenî olduguna delil teskil eder. Çünkü Ebû Said Hudrî Ensar'dandi. Ayrica Uhud'tan sonra balig olmus oldugu için bu rivayet, bu âyetin, dolayisiyla sûrenin Medine'de nâzil oldugunu te'yid etmektedir.
"Deprem, arka arkaya gelen siddetli sarsinti" demek olan Zilzâl, sûrenin ilk âyetinde geçer ve sûre adim buradan alir. Sûrenin isimleri "Zelzele" ve "Zilzâl"dir.
Cübbeli Ahmet Hoca - Deprem Sohbeti (mp3)
"Yer sarsildikça sarsildigi zaman." (1).
Sûre ilk âyetiyle birlikte kiyametten sahneler sunuyor, selim akil sahiplerine. Ibn Abbas bu âyet hakkinda der ki: Yani "dibinden oynayip hareket ettiginde." Kur'an'in bir baska yerinde söyle buyurulur o an için: "Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Dogrusu kiyamet saatinin sarsintisi büyük bir seydir." (Hacc, 22/1).
Kiyametin kopmasindan, insanlarin yeniden dirilip hesap vermesinden, herkesin -iyi ya da kötü- ettigini bulacagindan bahseden sûrenin ikinci ayeti ise yine "yer"le ilgili ve insani bütün benligiyle dogrudan etkileyen bir üsluba sahiptir:
"Toprak agirliklarini disari çikardigi zaman" (2).
Imam-i Rabbani Hazretlerinin 98.Mektubu
İslâm âlimleri buyuruyorlar ki:
"Muvaffakiyetin sırrı İmam-ı Rabbani hazretlerinin 98.ci
mektubudur. Onunla muvaffak olmamak mümkün değildir. Öğrendiği ile amel etmek
de şarttır."
Bu mektûb, şeyh Zekeriyyânın oğlu Abdülkâdire
yazılmışdır. İnsanlara karşı sert olmağı değil, yumuşak davranmağı, çeşidli
hadîs-i şerîfler göstererek bildirmekdedir:
Allahü teâlâ
hepimizi tâm orta yolda bulundursun! Va’z etmekde,
nasîhat etmekde ve Allahın kullarına müslimânlığı öğretmekde
gözetilmesi lâzım gelen şeyleri bildiren birkaç hadîs-i şerîf yazıyorum. Hak teâlâ,
bunlara uygun davranmamızı nasîb eylesin!
Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ refîkdir. Yumuşaklığı sever. Sertlik
edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana
ihsân eder). Bu hadîs, İmâm-ı Müslimin “rahmetullahi
aleyh” (Sahîh)inde vardır.
Yine
(Müslim)de bildiriliyor ki, Âişeye “radıyallahü anhâ”, (Yumuşak
davran! Sertlikden ve çirkin şeyden sakın! Yumuşaklık insanı süsler.
Çirkinliğini giderir) buyurdu.
[(Müslim)deki]
hadîs-i şerîfde, (Yumuşak
davranmayan, hayr yapmamış olur) buyuruldu.
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Nezaketi
TEMİZ DİŞLERLE
Başını eşi Hz. Ayşe (r.anha)'nin kucağına teslim etmiş, ruhunu da Allah'a teslim etmek üzeredir. Son saniyeleri sayılmakta, son nefesler alınıp verilmektedir. Ve bu dünyadan ayrılmadan önceki son işlerinden biri de, Hz. Ayşe (r.anha)'nin de yardımıyla dişlerini misvakla temizlemek olur. Rabbinin huzuruna temiz dişlerle, düzgün ve özenli bir üst başla gitmek için...[1]
ŞEYTAN GİBİ
Arkadaşlarından biri mescide girer... Saçı sakalı dağınık, birbirine karışmıştır. Hz. Muhammed (asv)'in yüz ifadesinin değişmesinden hoşnutsuzluğu belli olur. Mesajı alan arkadaşı hızla çıkar, tıraş olur, temizlenir ve geri dönerek O'nun (asm) önüne mahcup, gülümser bir edayla oturur. Hz. Muhammed (asv) de gülümsemektedir şimdi.
"Birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık olması yerine, böylesi daha
iyi değil mi?" der.[2]
ELLERİNİ TEMİZLEMEDİKÇE
Mekke fethedilmiştir. Müslüman olmakta inatlarını aşamayıp sona kalanlar şimdi, kendi istekleriyle sıraya girerek Hz. Muhammed (asv)'in önünde bağlılık sözü vermektedir. Bunlardan biri de amcasının katili, Mekke toplumunun yöneticisi Ebu Süfyan (ra)'ın eşi Hind'tir. Tam Müslümanlığını ilan edeceği sırada Hz. Muhammed (asv)'in gözleri Hind'in ellerine ilişir ve sözünü keserek bağlılık sözünü yarım bıraktırır:
"Ellerini temizleyip tırnaklarını kesmedikçe bağlılığını kabul
etmem."[3]
Sapitanlar 5 - MEVDUDİ VE SAPIK GÖRÜŞLERİ
Mevdudi, Çeştiyye tarikatının büyüklerinden olan hoca Kutbuddin Mevdudi Çeştinin torunlarındandır. Ecmir’de medfun olan Mu’inuddin-i Çeşti, Kutbuddinin halifelerinden Osman haruninin halifesidir. Kutbuddin Mevdudi 1132’de Çeşt’de vefat etti. Çeşt, Hirat kariyyelerindendir.
Mevdudi,
1903 senesinde Haydarabad’da doğdu. 1979 Eylül ayında Amerika’da öldü.
Pakistan’da defnedildi.
Gazeteci
olarak hayata atıldı. İlk olarak 1927 de (İslamda Cihad) kitabını yazdı. Bu
kitabında ihtilal fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan
El-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı ayaklanmasına ve
öldürülmesine sebep oldu.
Mevdudinin
ilmi kifayetsizliği böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme
sürüklemiştir. Çünkü hiçbir İslam âlemi siyasete karışmamış, ihtilali
hatırından bile geçirmemiştir. Milleti ilmi ile, nasihat ile irşad etmişlerdir.
İslamiyetin ihtilal ile değil, ilim ile ahlak ile yayılacağını bildirmişlerdir.
Âl-i İmrân Sûresinin Fazieti
Bu mübarek sûre Kur'ân-ı Kerîm'in üçüncü süresidir. Mediiıe-i Münevvere'de nazil olmuştur. İki yüz âyettir.. Sûrenin başındaki âyet-i celîlenin AUah'm ism-i a'zamı olduğu hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir. Nevvas ibn-i Sem'ân (radı-yailahü anh) den: Resûlüllah (sallâllahü aleyhi vesellem) buyurdular ki:
«Kur'ân ve dünyada iken onunla amel eden
(Kur'ân) ehil getirüecek, Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri arkadaşları olan o
kimseye şefaat için onun önüne atılacaklardır...»
Nevvâs ilâve ediyor: Nebiyy-i Ekrem
(sallâllahü aleyhi vesellem), bu iki sûre için misâl verdi. Bu misâlleri hâlâ
unutmadım. Buyurdular ki:
«O iki sûre, aralarından ışık sızan iki
tente gibi, veya iki kara bulut gibi, veya kanatlan gerilmiş kuşlardan meydana
gelen bir gölgelik gibi gelecekler ve adamları için mücadele edeceklerdir.»
(90)
Ay yüzlü sahâbîlerden ve Kur'ân-ı Kerîm'i
en güzel okuyanlardan Abdullah ibn-i Mes'ûd (radıyallahü anh) buyurur ki:
«Âl-i İmrân sûresi yoksul için ne güzel
bir hazinedir; gecenin sonunda kalkar ve onu okur!..» (91)
Şanlı sahâbî İbn-i Abbas (radıyallahü anh)
den: Hâte-mü"I-Enbiyâ buyurdular ki:
«Kini Al-i İmrân sûresini Cuma günü okursa
güneş ba-tıncaya kadar Allah ve melekleri ona salât ederler.» (92)
Salâttan murâd; Allah'tan rahmet,
meleklerden duâ ve istiğfardır. Yaralı ceylânlar gibi titreyen bir gönülle ve
samimî duygularla okunan Kur'ân elbette sahibine şefaat edecektir... Kur'ân'ı
okuyanı Allah sevdiği gibi melekleri de sever...
C. ABDÜLHÂLÎK-I GÜCDÜVÂNÎ’NÎN NASİHATLERİ
Bundan sonra da Gücdüvânî
Hazretleri’nin tarikat hakkındaki on bir nasihatini yazmaya çalışacağız. Bu on
bir nasihat Sadreddin Konevî Hazretleri’nin on iki nasihatine uymaktadır.
1. Vukûf-ı Zamânî:
Kişinin zamanının nasıl geçtiğini
anlaması ve ona göre hareketlerini tanzim etmesidir. Eğer zamanını huzur ile
geçirdiyse buna şükretmeli ve eğer gaflet ile geçirdiyse buna da istiğfar
ederek telâfisine çalışmalıdır. Hak taliplerine lâyık olan zamanını gafletle geçirmeyip
huzur ile geçirmek için çalışmaktır. Zamandan hiçbir zaman geçmemelidir ki,
Allah Teàlâ’nın, tam bir teveccüh ile huzurunda bulunmasın. Ve kişinin bilmesi
lâzımdır ki Allah Teàlâ her şeyi görür, bilir ve işitir. Kişinin bütün yapıp
yapacaklarına şâhid ve her işine muttalîdir. Gözlerin kötü bakışları ve
kalblerde gizli olan şeyler de ona ayandır. Yerde ve gökte olan her şeyin
bilinmesi Allah için müsavidir.
Binâenaleyh Hak yolcusunun her gün,
her gece amellerini hesap etmesi, saat ve dakikalarının nasıl geçtiğine dikkat
etmesi lâzımdır. Eğer vakitleri hayırla geçti ise şükretmeli ve eğer yaramaz,
şer ve boş işlerle geçti ise, bundan da pişman olup istiğfar etmelidir.
Yakubi’l-Çerhî Hazretleri’ne şeyhi emretmiş: “Kabız halinde istiğfar, rahatlık
halinde de şükre devam eyle”.
Nakşibend Bahaeddin Hazretleri der
ki: “Bu vukûf-ı zamanı talibin nefis ahvâllerine vâkıf olmasıdır. Eğer Hakk’ın
rızasına ve şeriat-ı Ahmediye’ye muvafık ise şükreder, böyle olmadı ise onu da
istiğfarları ile telâfiye çalışır. Bu hak yolunun kuruluşu zamanların
muhafazasına bağlıdır. Nefesi alıp verirken sakın gafletle vermemeli, buna çok
dikkat etmek lâzımdır. Sofiyyûn indinde vukuf-ı zamani hallerini muhasebeden
kinayedir.
Bahaeddin Hazretleri der ki:
“Vukûf-ı zamânî her geçen saatin ve dakikaların huzur veya gafletle geçmesini
hesaplamaktır”. Bundan anlaşılıyor ki geçen vakit ve fiillerin boş yere ve
gafletle geçti ise, bunun ıslahı için işe yeniden başlamak lâzımdır. Yâni
riyazetlerle ve derslere devamla bu vukuf-ı zamânîyi değerlendirmeye
çalışmalıdır.
2. Vukûf-ı Adedî:
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Zekasi
HUNEYN'DE MEDİNELİLERLE
Huneyn zaferiyle birlikte akıl almaz boyutlarda ganimet elde edilir. Hz. Muhammed (asv), bu ganimetin önemli bir kısmını kısa bir süre önce Müslüman olmuş ve henüz din kalplerinde sağlamca yerleşmemiş bulunan Mekke’nin ileri gelenleri arasında dağıttırır. Beklenen etki gerçekleşir. Şimdi Mekke yöneticileri,"Muhammed gerçekten peygamberdir, yoksa bu kadar cömert olamazdı.", demektedirler.
Fakat bu durum Medine'den gelen bir kaç gencin de yanlış anlamasına neden olur. Küçük bir dedikodu çıkar. Denmektedir ki:
“Allah'ın Elçisi kendi halkı ve akrabalarına kavuştu ve galiba artık hep onlarla kalacak.”
Dedikodu kendisine ulaşınca zaman kaybetmez. Emir verir bütün Medinelileri bir vadiye toplar. Aralarında Medineli olmayan birisinin bulunmasına ise izin vermez. Herkes merak ve heyecanla beklemektedir.
"Ey Medineliler; duydum ki benim hakkımda bazılarınız, halkına ve akrabalarına kavuştu, artık hep onları tercih edecek demektedir." der.
Cübbeli Ahmet Hoca - Yılbaşı Noel Kutlamanın Tehlikeleri Sohbetleri
Yılbaşı Noel Kutlamanın Tehlikeleri 31 Aralık 2010
Muhkem – Müteşâbih Ayetler Ve Tevili
Kur’an-ı
Kerim ayetlerinin bir kısmı herkesin anlayabileceği bir şekilde (muhkem), bir
kısmı da herkesin anlamayacağı bir şekilde (müteşâbih) idi. Kur’an-ı Kerîm’de
muhkem ve müteşâbih ayetlerin varlığına işaret eden bizzat yine Kur’an-ı
Kerîm’in kendisidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“(Habibim) sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki
bunlar Kitab’ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte
kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak)
ve (kendi arzularına göre) Onun te’viline yeltenmek için Onun müteşâbih olanına
tabi olurlar. Hâlbuki Onun te’vîlini Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. İlimde
yüksek payeye erenler ise, “Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır”
derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez.”1
Bununla
birlikte Cenab-ı Hak diğer bir ayet-i kerimede “(Bu
sana indirilen) Ayetleri muhkem kılınmış bir kitaptır.”2
buyurarak Kur’an-ı Kerîm’in tamamının muhkem olduğunu, diğer bir ayet-i
kerimede de: “Allah (ayetleri) müteşâbih olan kitabı, sözlerin en güzeli olarak
indirmiştir.”3 buyurarak Kur’an-ı Kerim’in tamamının müteşâbih
olduğunu açıklamıştır. Başta zikrettiğimiz ayeti kerimede ise, Kur’an-ı
Kerim’in bir kısmının muhkem, bir kısmının da müteşâbih olduğunu zikretmiştir.
Farklı gibi görünen bu üç hususu şöyle anlamak mümkündür:
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tamanının muhkem olması, hepsinin doğru ve gerçek olup, hiçbirinin fuzulî, ciddiyetten uzak olmaması demektir. Hepsinin müteşâbih olması ise güzellikte, fesahat ve belagatta, birbirine benzemesi demektir. Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona lafızları; anlatım üslubu ve manaları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm’in bir ayet-i kerimesi, başka bir ayet-i kerimesiyle çelişmez. Bazısının muhkem, bazısının müteşâbih olması hususunda ise, ulemanın değişik sözleri vardır.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tamanının muhkem olması, hepsinin doğru ve gerçek olup, hiçbirinin fuzulî, ciddiyetten uzak olmaması demektir. Hepsinin müteşâbih olması ise güzellikte, fesahat ve belagatta, birbirine benzemesi demektir. Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona lafızları; anlatım üslubu ve manaları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm’in bir ayet-i kerimesi, başka bir ayet-i kerimesiyle çelişmez. Bazısının muhkem, bazısının müteşâbih olması hususunda ise, ulemanın değişik sözleri vardır.
YILBAŞINI KUTLAMAK CEHENNEM ASHABINA BENZEMEK
Müslüman
toplumların içinde bulunduğu sıkıntıların başlıca nedeni, yahudi, hıristiyan ve
diğer şirk ehline özenmeleri, Bu cehennem halkının peşinden gitmeleridir.
Onları
izleyenler, şu hadisin muhâtabıdırlar: “Sizden öncekilerin yoluna karış karış,
kulaç kulaç uyarsınız. Onlar kertenkele deliğine girse, siz de peşlerinden
girersiniz”, “Ey Allah Resûlü!, yahudi ve hıristiyanlar mı?” dedik. O da: “Ya
kim?” diye cevap verdi” (Buhari, Müslim). Diğer bir rivayette de,
“İçlerinden biri sokakta annesiyle fuhuş yapsa siz de yaparsınız” buyurulmuştur
(Sahihtir. Hâkim).
Bu sapıklık,
diğer ümmetlerden gelen bir gelenek halini aldı. Öyle bir hale geldik ki, çoğu
Müslümanı küfür ehli olan insanlardan ayıramaz olduk.
Bu
insanlar:
Efendiler Efendisine (Tavsiye edilen) Salâvat Duaları
|
"Allah ve melekleri (O şanlı)Nebî'ye salât
etmekte (Onun şerefini gözetmeğe, yüceltmeğe özen göstermektedir.)dir. Ey
iman edenler, siz de Ona salât ve içtenlikle selâm edin."
|
Emret (Allahım);
|
Allahım, Efendimiz Hz. Muhammed'e ve Efendimiz Hz.
Muhammed'in âline salât et ve o salât ile bizi bütün korkulardan ve
âfetlerden koru, onunla bütün ihtiyaçlarımızı gider, bizi bütün günahlardan
temizle, onunla bizi katında en yüce derecelere çıkar, hayatta ve ölümden
sonra bütün hayırlar adına en ileri hedeflere bizi ulaştır. Âmîn, ey dualara
icabet eden (Allahım).Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
|
Ölüm bir yok oluş mudur? - Cübbeli Ahmet Hoca
Tevessül edilen kişinin diri veya ölü olması arasında bir fark yoktur. Tevessülün ölümden sonra da caiz olduğunu ispat eden delilleri serd etmeden önce, cevabını açıklamak istediğimiz bazı sorular vardır:
1. Ölüm tam bir yok oluş mudur; yoksa o, bir yurttan diğerine geçiş midir?
2. Bir şeye güç yetirmenin varlığı ve yokluğu hususunda ölüyle diri arasında bir fark var mıdır?
3. Ölü mü, dirinin dua ve benzeri hediyelerinden faydalanır, yoksa diri de ölüden fayda görebilir mi?
4. Peygamberin ve velinin Allah katındaki mertebesi ölümünden sonra biter mi?
Allah’ın tevfîk ve inayetiyle bu suallere cevap vermek üzere deriz ki: Ehl-i Sünnet ve’l- Cemaat inancına göre ölüm; dünya yurdundan berzah âlemine geçişten ibarettir. Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (Rahimehullâh) “el-İhyâ” isimli eşsiz eserinde şöyle demiştir: Âyet ve hadislerden anlaşıldığına göre, ölüm sadece bir halin değişmesidir, ruh bedenden ayrıldıktan sonra da bâkidir, ama ya azap içerisindedir veya nimetlere mazhar bir haldedir.1 Süyûtî (Rahimehullâh) “Büşra’l-Keîb” isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklamıştır:
“
Ulemanın beyanına göre; ölüm halis bir yokluk ve sade bir tükeniş değildir, ölüm ancak ruhun bedenle ilişkisinin kesilmesidir.2
Sapitanlar 4 - SEYYİD KUTUP
“Fi-Zilal-il Kur’an” tefsirinin sahibi Seyyid Kutup dikkat edilirse bir gazetecinin ve bir
politikacının tabi’i sanatı olan yaldızlı ve heyecanlı yazıları ile
okuyuculatını vecde getiren bir hatiptir. O, kapalı bir hazineyi satılığa
çıkaran bir tellal gibi, İslamiyeti yalnız övmekte, içini açıp cevherleri
teşhir etmeyip, İslam alimlerini ve onların kitaplarını sanki gençlerden
saklayıp, kendi görüşlerini din bilgisi olarak teşhir etmektedir.
Bir artist rolü ile okuyucularını teshire
çalışırken, çok yerde tezatlara düştüğünü, kendi kendini yalanladığını
anlayamamıştır.
İslamiyeti kendine göre yorumlaması, yazdıklarını
benimseyenlerin küfre kadar götürmektedir.
Bakınız mesela Maide suresinin 115. Ayetini tefsir
ederken “Semadan sonra inme kıssası, hıristiyan
kitaplarında, Kur’an-ı Kerimde varid olduğu gibi zikredilmez. Hazreti İsa’nın
vefatından çok sonra kaleme alınmış olan bu İncillerde…) demektedir.
Halbuki “hazreti İsa’yı öldürmediler, Onu asamadılar”
ayeti kerimesini daha önce kendisi uzunca açıklamıştı. Ayeti kerimeler İsa Aleyhisselam’ın
öldürülmediğini açıkça belirtiyor. Nisa suresi 157. Ayetinde: “O’nu öldürmediler ve asmadılar” buyruluyor. Seyid
kutub’un öldürüldü diyerek tefsir ettiği ayete ise
“teveffi” dedildiğini, yani göğe çıkarılma işinin tam olduğunu haber
veriyor.
İsa (Aleyhisselam’ın) öldürüldüğünü savunarak Ehli
sünnetten ayrılan Seyyid Kutup’un ne denli cahil olduğunu şimdi daha iyi
anlayacaksınız.
İBNİ TEYMİYYE’Yİ ÖVÜYOR
“Cihan Sulhü ve İslam” kitabında ibni Teymiyye’ye bağlılığını göstermekten geri kalmayan Seyyid kutup’un sapıklığını göstermesi açısında bazı misaller vereceğiz. İnanın bu birkaç tanesini yüzlercesi arasından sizin için seçiyoruz.
“Cihan Sulhü ve İslam” kitabında ibni Teymiyye’ye bağlılığını göstermekten geri kalmayan Seyyid kutup’un sapıklığını göstermesi açısında bazı misaller vereceğiz. İnanın bu birkaç tanesini yüzlercesi arasından sizin için seçiyoruz.
Yine Cihan Sulhü ve ve İslam kitabında şöyle diyor:
“Devletçilik sahasında çalışmalar henüz pek azdır.
İslamın bu tarafı gereği kadar açıklanamamıştır.”
Hesapsız Sevap Kazandıran Ayet
Keşfiil-Esrar'da zikredildiğine göre, îbni Abbâs (Radı-yallâhu anhumâjdan rivayetle, Rasûlullah (Sallallâhualeyhi ve sellem) şöyle buyurdu: '*Her kim, Rûm sûresinin şu üç âyetiyle (17-19) Sâffât sûresinin son üç âyetini her namazdan sonra okursa, gökteki yıldızların, yağmur damlalarının, ağaç yapraklarının, yerdeki toprakların sayısınca kendisine sevap yazılır, öldüğünde ise, kabrinde, her iyiliğine karşı on sevap dâima kendisine ihsan edilir. " (Rûhul-Beyân 3112 ve Neseft, 3/269)
Alinti: www.islamcihadi.com
Zekat - Cübbeli Ahmet Hoca
İslâm'ın Köprüsü
ZEKÂT
Zekât; fakir ile zengin arasına atılan, onları birleştiren bir köprüdür. Zekâtla zenginin malı kirden, rûhu cimrilikten temizlendiği gibi, fakirin de gönlü kinden temizlenir. Zekât aynı zamanda madde ile manayı, dünya ile âhireti, fâni ile bâkiyi ve en önemlisi de Allah ile kulu birleştiren bir köprüdür. Zekât vermeyen bu köprüyü yıkmış ve bunların arasını açmıştır.
Allah’ın fazlından kendilerine verdiğini (onun yoluna vermekte) cimrilik edenler, sakın bunu kendileri için bir hayır sanmasınlar, bilakis bu (cimrilikleri) onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Ve Allâh-ü Teâlâ bütün yaptıklarınızdan son derece haberdardır.” Âli İmran: 180)
İmâm-ı Fahrurrazi’nin beyanına göre pek çok ulemaya göre cimrilik, vâcib olan şeyi menetmektir. Zira bu ve benzeri âyeti celilelerde cimrilikten dolayı büyük azaplar görüleceği açıklanmıştır ki, nafile olan şeyleri terk etmekte azap düşünülemeyeceğinden cimriliğin, vâcib olan şeyleri terk etmekten ibaret olduğu anlaşılmış olur.
Zekât; fakir ile zengin arasına atılan, onları birleştiren bir köprüdür. Zekâtla zenginin malı kirden, rûhu cimrilikten temizlendiği gibi, fakirin de gönlü kinden temizlenir. Zekât aynı zamanda madde ile manayı, dünya ile âhireti, fâni ile bâkiyi ve en önemlisi de Allah ile kulu birleştiren bir köprüdür. Zekât vermeyen bu köprüyü yıkmış ve bunların arasını açmıştır.
Allah’ın fazlından kendilerine verdiğini (onun yoluna vermekte) cimrilik edenler, sakın bunu kendileri için bir hayır sanmasınlar, bilakis bu (cimrilikleri) onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Ve Allâh-ü Teâlâ bütün yaptıklarınızdan son derece haberdardır.” Âli İmran: 180)
İmâm-ı Fahrurrazi’nin beyanına göre pek çok ulemaya göre cimrilik, vâcib olan şeyi menetmektir. Zira bu ve benzeri âyeti celilelerde cimrilikten dolayı büyük azaplar görüleceği açıklanmıştır ki, nafile olan şeyleri terk etmekte azap düşünülemeyeceğinden cimriliğin, vâcib olan şeyleri terk etmekten ibaret olduğu anlaşılmış olur.
Şu halde kendine,
çoluk çocuğuna, muhtaç olan ana-babasına ve düşmanı defetmek için toplanan
askere yardım etmek vâcib olduğundan, bunlardan herhangi birini terk eden,
zekâtı terk eden gibi günahkâr olur.
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Eş Olarak
Eş Olarak
Hz. Peygamber (asm), tavır ve davranışlarıyla hanımlarına örnek olmuştur. Bundan ötürü aile reisi, eşinden hangi tutumu sergilemesini bekliyorsa kendisi de o tutum içinde olmalıdır. Kişi nasıl muamele ederse, aynıyla mukabele görür.
Hz. Peygamber (asm)'in hanımlarıyla sohbetinde, basit denilebilecek problemleriyle bile ilgilendiğini görüyoruz. Aile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine"Hanım da gelirse" kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Resulullah (asm.)'ın pek çok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.
Netice olarak, inananlar aile yaşayışında da Hz.Peygamber'i (asm) örnek alıp, önder edinerek saadete ulaşırlar. Çünkü Allah, Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Gerçek şu ki, Allah'ı ve âhiret gününü (korku ve umutla
bekleyen) ve O'nu her daim zikreden kimseler için Allah'ın elçisi güzel bir
örnek teşkil eder." (Ahzâb, 33/21)
Bugün Günlerden Cübbeli Ahmet Hoca...Hasret Bitti Elhamdülillah...
CÜBBELİ AHMET HOCAMIZIN METRİS ÇIKIŞI LALEGÜL FM'DE YAPTIĞI KONUŞMAYI AŞAĞIDAKİ LİNKTEN DİNLEYEBİLİRSİNİZ..
Hocamizin Metristeki ilk görüntüleri
Metris´ten görüntüler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)