"Gökten daha önce hiç
inmemiş olan bir melek geldi, selâm verdi. Sonra Hasan ve Hüseyin'in Cennet
gençlerinin, Hazret-i Fâtıma'nın da Cennet kadınlarının efendisi olduğunu
müjdeledi." (Tirmizî, Menâkıb: 31)
Yine benzer bir hadîste ise,
"Cennet ehlinin gençleri şu beş kişidir: Hasan, Hüseyin, Abdullah ibni
Ömer, Sa'd bin Muaz, Übey bin Kâb" (Câmiüssağîr: 4858) buyuran Resulüllah
(a.s.m.), bir bakıma gençleri de, onların hayatını örnek almaya teşvik etmiş
oluyordu.
Çünkü, Cennette gençlerin
efendisi olmak büyük bir makamdır. Bu makama ulaşan insanların hayatlarını,
ahlâklarını, İslâma hizmet edişlerini örnek alan gençler onlara yaklaşmış
olurlar. Onları seven, onlar gibi yaşayan gençler, Allah'ın inâyetiyle Cennette
o efendilere komşu olurlar.
Peygamberimizin (a.s.m.)
"Cennet gençlerinin efendisi" olarak müjdelediği sahabeler,
gençliklerini Allah'a ibâdet ve Onun dinine hizmet yolunda geçirmişler,
yaşayışlarıyla bütün gençlere örnek olmuşlardır.
Bunların ibret verici
hayatlarından kısa bölümler vererek, onları çok özet de olsa tanıtmış olalım.
Hz. Hasan (r.a.)
Peygamberimiz (a.s.m.), Allah'ın
emri üzerine sevgili kızı Hz. Fâtıma'yı (r.a.) Hz. Ali'yle (r.a.) nikâhladı. Bu
evlilikten Hicretin üçüncü yılında Hz. Hasan (r.a.) Efendimiz dünyaya geldi.
Peygamberimiz (a.s.m.) sevgili
torununu çok severdi. Onu koklar, öper, omzuna alır taşırdı. Ümmetine de onu
sevmeyi tavsiye etmişti. "Allah'ım ben onu seviyorum, Sen de sev. Onu
seveni de sev" diyerek, onu seveni Allah'ın seveceğini bildirmişti.
Peygamberimizin (a.s.m.) ona olan sevgisi, sadece akrabalık hislerinden
kaynaklanmıyordu. Onun sevgisi, Hz. Hasan'la (r.a.) devam edecek mübârek
soyundan gelip İslâma hizmet edecek nuranî silsile içindi.
Hz. Hasan (r.a.) sekiz yaşında
dedesini, altı ay sonra da annesini kaybetmiş, hüzne boğulmuştu.
O, cömertliğiyle tanınmış bir
sahabeydi. İki defa malının tamamını, üç defa yarısını sadaka olarak verdi.
Sadakaya o kadar düşkündü ki, iki ayakkabısı olsa birini bağışlardı.
İbâdete çok düşkündü. Çok namaz
kılar, çoğu günler oruç tutardı. Medine'den Mekke'ye yaya olarak tam 25 defa
hacca gitmişti.
Babasının vefâtından sonra
Müslümanlar ona biat ederek kendilerine halife seçtiler. Sonraki günlerde ona
biat edenler 40 bini buldu. Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke, Medine
şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu. Ancak Mısır ve Şam halkı onun
halifeliğini tanımadılar. Zaten onlar daha önce Hz. Muâviye'ye (r.a.) biat
etmişlerdi.
Müslümanlar arasında birlik temin
edilememişti. Nitekim halifeliğin yedinci ayında iki tarafın da ordusu
Medâyin'de karşı karşıya geldi. Hz. Hasan'ın ordusu çok güçlüydü. O kadar ki,
Muâviye tarafında bulunan Amr bin As (r.a.), Hz. Hasan'ın ordusunu görünce,
"Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki orduyu yok
etmedikçe geri dönmez" demekten kendini alamadı.
Ancak Hz. Hasan Müslüman kanı
dökülmesini istemiyordu. Bunun için Hz. Muaviye'nin yaptığı teklifi kabul
ederek, iki şartla halifelikten vazgeçti. Bu şartlar, bundan böyle halifelerin
Müslümanlar tarafından seçilmesi ve oğlu Yezid'i veliaht tâyin etmemesi ile
fakirlere sadaka olarak vermek için her yıl bir miktar para göndermesiydi.
Hz. Hasan'ın güçlü olduğu halde
sırf Müslüman kanı dökülmesin diye hakkından vazgeçmesi, büyük bir fedâkârlık
örneğidir. Bu şekilde Peygamberimizin de (a.s.m.) bir mûcizesi ortaya çıkmış
oluyordu. Peygamberimiz, bir defasında torununa hitap ederek, "Bu benim
oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Yakında Allah'ın oğlum vasıtasıyla
Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah edeceğini umuyorum"
buyurmuştu.
Hz. Hasan Hicretin 49. yılında 46
yaşında iken zehirlenerek şehit edildi.
Cübbeli Ahmet Hoca ~ Hazreti Hasan bin Ali bin Ebu Talib
Hz. Hüseyin (r.a.)
Peygamberimizin (a.s.m.) mübârek
neslini devam ettirecek olan ikinci torunu Hz. Hüseyin (r.a.) Hicretin dördüncü
yılında dünyayı şereflendirdi. Bundan sonra Peygamberimiz (a.s.m.), kızı Hz.
Fâtıma'nın evine daha sık gidiyor, onları sevip okşuyordu. Onlar hakkında,
"Hasan ve Hüseyin benim dünyada kokladığım iki reyhânımdır"
buyurmuştu.
Bir gün Peygamber Efendimiz onun
hakkında, "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah'ı seven
Hüseyin'i sever. Hüseyin torunlardan bir torundur" demiştir.
Peygamberimizin vefatından sonra babası Hz. Ali'nin (r.a.) terbiyesi altında
büyüyen Hz. Hüseyin'in bütün hayatı sadelik içerisinde geçti. Bütün insanlığa
örnek olacak bir hayat yaşadı.
Hz. Muâviye'nin vefatından sonra
oğlu Yezid'in halifeliğini kabul etmedi. Çünkü Yezid, zâlim ve fasık birisiydi.
Allah'ın emirlerine uygun hareket etmiyordu. Hz. Hüseyin'in böyle birine biat
etmesi düşünülemezdi. Onun Yezid'e biat etmediğini gören Kûfeliler, Hz.
Hüseyin'i dâvet ederek ona biat edeceklerini söylediler. O da yanına
yakınlarını ve çocuklarını alarak Kûfe'ye hareket etti.
Yezid, Hz. Hüseyin'in bu
hareketine çok kızdı. Kûfe Valisi Ubeydullah bin Ziyad'a bir ordu hazırlamasını
emretti. Yezid'in taraftarları onu susuz, taşsız ve ağaçsız bir yerde
konaklamaya mecbur etti. Yezid'in adamları ise suyun başını tuttular. Hüseyin
(r.a.) bunların kendisini öldürmeye kararlı olduklarını görünce, yanındakilerin
ayrılmasını istedi. Ancak yakınları bunu kabul etmediler.
Hz. Hüseyin'in bütün barış teşebbüsleri
neticesiz kaldı. Gözü dönmüş güruh, mutlaka onu şehit etmek istiyordu. Hemen
saldırıya geçtiler. Hz. Hüseyin'in yanındakiler ve kendisi şehit edildi. Onun
başını keserek Yezid'e gönderdiler. Tarih Hicretin 61. yılını gösteriyordu. Bir
gün sonra Gadiriyye Köyü halkı şehitleri defnettiler. Hz. Hüseyin'in kabrini
gizlemek istedilerse de, ondan yayılan hoş koku kabrini belirledi.
Onun şehit edildiği gün güneş
tutuldu. Gökyüzü kıpkırmızı kesildi. Halk Kıyâmetin kopacağını zannetti. Onun
şehit edilişine sadece insanlar değil, cinler de ağladı.
Peygamberimiz, torunlarının
fazileti hakkında şöyle demiştir:
"Hasan ve Hüseyin benim
oğullarımdır. Onları seven beni sevmiş olur. Beni seveni Allah sever. Allah
kimi severse onu Cennetine koyar. Kim onları sevmez ve düşmanlık ederse bana
düşmanlık etmiş olur. Bana düşmanlık edeni Allah sevmez. Allah kimi sevmezse
onu Cehenneme koyar."
Cübbeli Ahmet Hoca ~ Hazreti Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib
Abdullah ibni Ömer (r.a.)
Hz. Abdullah, Hz. Ömer'in (r.a.)
oğludur. Babası Müslüman olduğunda 5 yaşlarında bir çocuktu. Bu yüzden hiç puta
tapmamıştı. Medine'ye hicret ettiğinde 13 yaşındaydı.
Abdullah 15 yaşına geldiğinde
Bedir Savaşı için hazırlanan orduya katılmak istiyor, kabına sığmıyordu. Ancak
Peygamberimiz (a.s.m.), yaşı küçük birkaç kişiyle birlikte onun da orduya
katılmasına izin vermedi. Bu durum onu çok üzdü. Bu hususta şöyle der:
"Beni ufak tefek bulduğu
için savaşa katılmama müsaade etmedi. Sabaha kadar ağlayarak, üzüntü içinde
kıvranıp uykusuz geçirdiğim başka bir gece hatırlamıyorum."
Hz. Abdullah yaşının küçük olduğu
gerekçesiyle Uhud Savaşına da katılamadı. Fakat bundan sonra Peygamberimizle
birlikte bütün savaşlara katıldı. Büyük kahramanlıklar göstererek, Resulüllahın
takdirini kazandı.
Hicretten sonra kendilerini
sadece İslâmiyeti öğrenmeye veren ve başka işle meşgul olmayan "Suffe
Ashabı"na dâhil oldu. Kısa zamanda Suffe Ashabının mümtaz şahsiyetleri
içinde yer aldı. Ebû Hüreyre'den (r.a.) sonra en çok hadîs rivâyet eden
sahabedir.
Hz. Abdullah'ın mescitte kaldığı
günlerde gördüğü bir rüyâ bütün gençlerimize örnek olacak niteliktedir.
Rüyâsında iki melek kendisini alarak Cehenneme götürmüştü. 3 defa
"Cehennemden Allah'a sığınırım" diyerek duâ etmeye başladı. O sırada
onları başka bir melek karşıladı ve Abdullah'a (r.a.) "Korkma" dedi.
Abdullah bu rüyayı kız kardeşi Hafsa (r.a.) Vâlidemiz vasıtasıyla
Peygamberimizden (a.s.m.) sordurdu. Resulüllah, "Abdullah ne iyi
birisidir. Bir de geceleyin namaz kılsa" buyurdu. Bundan böyle Abdullah
geceleri pek az uyumaya başladı. Teheccüt namazını hiç terk etmedi.
Sünnete harfi harfine uyardı. O
kadar ki, herkes o ne yaparsa sünnetten olduğunu bilirdi. Hattâ bir keresinde
saçlarının tamamını kestirmiş, etrafındakilere de, "Ey insanlar bu sünnet
değildir. Saçlarım bana eziyet verdiği için kestiriyorum" demek zorunda
kalmıştı.
Çok cömertti. En sevdiği şeyleri
Allah yolunda fedâ etmekten çekinmezdi. Fakirlere, yetimlere, kimsesizlere çok
yardım ederdi. Hicretin 73. yılında 86 yaşında iken vefat etti.
Sa'd bin Muaz (r.a.)
Sa'd bin Muaz, ömrünün sadece
altı yılını Müslüman olarak geçirmesine karşılık o kadar büyük hizmetlerde
bulunmuştur ki, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) onun kendisine "Ensar içinde
en sevgili kişi" olduğunu belirtmiştir.
Hz. Sa'd, Medine'nin iki büyük
kabilesinden biri olan Evs'in Eşhel kolunun reisi olmakla birlikte, umumî
mânâda Evs'in idâresi de onun üzerinde idi.
Hz. Peygamber (a.s.m.), Medine'de
İslâmiyetin yayılması için Mus'ab bin Umeyr'i (a.s.m.) görevlendirmişti. Hz.
Mus'ab vasıtasıyla Müslüman olan Hz. Sa'd, hemen Eşheloğullarını topladı ve
onlara şöyle dedi:
"Ey Eşheloğulları! Beni
nasıl tanırsınız?"
"Sen bizim efendimiz, en
ileri görüşlümüz ve en güvenilir adamımızsın" dediler.
Sa'd bunun üzerine şöyle devam
etti:
"Ben de size söylüyorum ki,
sizler de benim gibi Allah ve Resulüne îman edinceye kadar, ben içinizden erkek
veya kadın hiçbir kimseyle konuşmayacağım."
Bu konuşma hemen tesirini
göstermiş ve o günün akşamına kadar erkek ve kadın tüm Eşheloğulları Müslüman
olmuştu.
Hz. Sa'd, Bedir ve Uhud
Savaşlarına katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Hendek Savaşında büyük bir
yara aldı ve bir müddet sonra şehit oldu.
Onun vefâtı üzerine Peygamberimiz
(a.s.m.), "Sa'd'ın cenazesi üzerine Rahmânın arşı titremiştir. Sa'd bin
Muaz için daha önce yeryüzüne ayak basmamış yetmiş bin melek inmiştir"
buyurdu.
Sa'd bin Muaz'ın cenazesi
taşınırken münâfıklar, "Ne de hafif bir cenaze" diyerek alaya
aldılar. Bu sözler Peygamberimize (a.s.m.) ulaştığında, "Onun cenazesini
muhakkak melekler taşıyordu" buyurdu.
Peygamberimiz onu çok sever,
vefâtından sonra da onun meziyetlerini ve mânevî makamını yâd ederdi.
Übey bin Kâb (r.a.)
Kur'an'ın en güzel şekilde
okunmasında büyük hizmetleri olan Übey bin Kâb (r.a.), Peygamberimizin,
"en güzel Kur'an okuyan", "Kur'an okuyanların efendisi",
"Ensârın efendisi" gibi iltifatlarına mazhar olmuştur.
İkinci Akabe biâtından önce
Müslüman olmuş, Resûlüllahla birlikte bütün gazalara iştirak etmişti.
Bir gün Peygamberimiz (a.s.m.)
kendisine, "Ey Übey! Allah bana, sana Kur'an okumamı emretti"
buyurdu.
Übey, "Allah benim adımı
zikretti mi?" diye sordu.
Peygamberimiz, "Evet, Mele-i
Âlâdaki isminle ve nesebinle zikretti" diye cevap verdi.
Übey de, "Öyle ise okuyunuz
ey Allah'ın Resulü" dedi. Sonra bu İlâhî lütuf ve teveccüh karşısında
duygulanarak gözyaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı.
Hz. Osman (r.a.) zamanında Kur'an
okuma hususunda farklı görüşler ortaya çıktığında, Kureyş ve Ensardan 12
kişilik bir heyet teşkil edilmiş, Hz. Übey bu heyetin başına getirilerek
Kur'an'ı okumuş ve Zeyd bin Sâbit de yazmıştı. O, bu hizmetiyle Kıyâmete kadar
amel defterine sevap yazdıracak muazzam bir vazifeyi başarmıştı.
Hicrî 35 yılında Medine'de vefat
etti.
Yazar:
Cemil
Tokpınar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.