Tasavvuf yoluna girip ilerlemek
isteyen sufilerin seyr ü sülukunda
Allah'a ermek (vasıl-ı ilallah olmak) yolunda nefs-i nâtıkasının
yerleştiği
Yedi Nefs Makamı
1. Zulmet makamı olup nefs-i natıka, o makamda EMMARE
adını alır.
2. Nurlar makamı olup nefs-i natıka, o makamda LEVVAME
adını alır.
3. Esrar (sırlar) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MÜLHİME
adını alır.
4. Kemal (olgunlaşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MUTMAİNNE
adını alır.
5. Vuslat (kavuşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda RAZİYYE
adını alır.
6. Fiillerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o makamda MARZİYYE
adını alır.
7. Sıfat ve İlahi İsimlerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o
makamda SAFİYYE
adını alır.
1-Nefs-i emmare
Nefs, gayr-i meşrû arzularını yapmaya hâkim ise emmâredir. Yusuf sûresinde,
“Şüphesiz ki nefs, kötülüğü son derece emredicidir.”
(Yusuf, 53) şeklinde mübalağa ile gelmiştir. Nefs, gayr-i meşru arzu ve
isteğinin tesirinde mağlup olarak münkeri işliyor ve fiilin yasak olduğunu da
biliyorsa bu nefs, emmâredir. Mesela kumar oynamanın, şarap içmenin haram
olduğunu bildiği halde bunları işlemek gibi.
Nefs-i emmare, günah-ı kebaire irtikabiyle me'luf olur. Feraiz-i İlahiyye'yi terk eden kalp nur-ı ilahiden mahrum olup zulmette kalır. Kalbine havf-i ilahi gelmez.
O kimse
kötülüğü arzu edip günah işlemekle muhakkak zarar görüp haib ve hasir kalıp
mahrum ve hüsran olmuştur.
Nefs-i emmare ayet-i kerimede mübalağa sigası ile "emmaretün"
şeklindedir. Kötülüğü şiddetli emreden manası vardır. Nefs-i emmarenin seyri ilallah olup Allah celle celaluhu'nadır. Alemi,
şehadet alemidir. Mahalli, sadrdır. Hali meyildir. Dayanağı şeriattır.
Nefsin sıfatları gayrimeşru isteklerini yerine
getirmek için Hakk'ın emirlerine uymayan, men ettiklerini fütursuzca yapan,
şeytana uyan, keyfine, zevkine, günaha düşkün olan cühela, süfeha ve erbab-ı
measinin nefsinin sıfatlarıdır.
Nefs-i emmare, echel-i eşya,
aduvv-i ekber olup sinn-i kemale ermemiş etfal-i tarikdir. Himmet ve gayreti
kendi nefsini helak etmek içindir.
Onun arzusu veliyün-niam olan Hz. Allah celle
celaluhu'na karşı masiyet ve kendisine düşman olan şeytana itaattir. Nefis
haddi zatında ahkam-ı şer'iyyeyi münkir ve bittabi Hakk'ın emr-i hilafına
hakimdir. Çünkü tekalif-i ilahiyyenin icrası nefse pek ağır gelir.
Bu sebepten tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp
zaruri olup tezkiye olmadıkça insanda yakin halinin zuhuru güç olur. Huzur,
saadet ve felaha ancak nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra erişilir.
Suri olan imanın durumu safra hastalığına duçar olan kimse gibidir.
Onun vicdanı nebatın lezzetinin hilafına şahit
olur. Balın halavetini tadan insanın ancak o zaman safra hastalığından kurtulması
mümkün olur. İnsan günahlardan kurtulmak için ancak nefis tezkiyesi ile mutmain
olduktan sonra hakikat-i iman suret ve kuvvet bulur.
Ve vicdani olur ki bu kısım iman mahfuzdur.
Elbette bu marazın idrakine akl-ı mead olmak gerekir. Yoksa akl-ı meaşın
endişesi kısa ve fikri nakıs olduğundan zahiri noksan, batından bihaberdir.
Çünkü akl-ı maaş mergub (rağbet edilmiş) ağniya ve erbab-ı dünyadır.
Zamir-i kasirü'l nazardır (kısa görüşlü). Akl-ı
maad ise hadidü'l basardır (keskin bakışlı, akıllı). Onların nasibi ise, enbiya
ve evliyadır.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
"(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde
kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan,
pek esirgeyendir. " 382
Nefsin efsununa ve mekrine aldanma ki nefis iki başlı ejderhaya benzer, seni helak eder. Aklını başına al ve bunu ganimet bil ki Rahmet kapısı açıktır. Tevbe, bineği acaip bir binektir ki bir lahzada insanı zeminden feleklere yükseltir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Senin düşmanlarının en düşmanı, en şiddetlisi iki tarafın arasında
bulunan nefistir." 383
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ancak tevbe ve iman edip iyi davranış ta bulunanlar başkadır; Allah
onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin
merhamet sahibidir. " 384
Sıdk ve ihlas ile ve bir daha
işlememek şartı ile tevbe edenlerin tevbesi kabul edileceği gibi seyyieleri
hasenata tebdil olunacaktır.
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellem ashab-ı kiram ile bir gazveden gelmişlerdi. Buyurdular ki:
"Hayırlı bir geliş geldiniz. Küçük cihaddan büyük Cihada geldiniz."
Dediler ki: "Büyük cihad nedir ya Rasullallah?" Peygamberimiz cevaben
şöyle buyurdular: "Kulun nefsi ve hevası ile cihad etmesidir.385
Nefs tezkiyesi için yapılan
riyazatın dört esası vardır:
Az yemek (kıllet-i taam) az uyumak (kıllet-i
nevm) az konuşmak (kıllet-i kelam ve halvet.
1- Az yemek (kıllet-i taam): İnsan nefsini azdıran şeylerin başında yeme içmede sınır tanımamak gelir.
Yemek ve içmekten başka nimet bilmeyenin ilmi az, sıkıntısı çok olur. İrfan
ehli kişiler az yemek ve az içmekle vücuttaki faydasız şeyleri atarlar. İnsanın
ama sufli duyguları harekete geçiren yeme ve içme peşinde koşmak değil ulvi
duygulara yardımcı olacak kadar yemektir. Nitekim Kur' an' da:
"Yiyiniz, içiniz israf
etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" 386 buyurulur.
Hazret-i Peygamber ve
ashabının çoğu zaman oruçlu bulunmaları, tasavvuf ve tarikat ehli için dayanak
olmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem "İnsanoğlu karnından daha
kötü bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter"
387 buyurmaktadır.
2- Az uyumak (kıllet-i nevrn): Az uyumak Allah' a dönüşün ifadesidir. Çünkü uyku organları
tembelleştirir. Az uyumak ise, kalbi cilalandırır nurlandırır. Az uyumak açlık
ve az yeme sonucu elde edilir.
Cenab-ı Hak Teala
peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor: "Böylece Allah, senin geçmiş ve
gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola
iletir. 388
Hazret-i Peygamberin gelmiş
geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı halde gece az uyuyup kalan zamanını
ibadetle geçirmiş ve bunu şükredici bir kul olarak yaptığını ifade buyurmuştur.
Kur' an' da geceleyin yatağından kalkıp Rablerine korku ve ümitle dua
edenler övülür. Rasulullah Efendimize teheccüd namazı emredilmiştir.
Peygamberimiz
ise, teheccüd namazını ümmetine tavsiye etmiştir. Az uyumak hem bedene hem de
ruha rahatlık verir. Uykuda ölçü vücudun dinlenmesine yetecek kadar olanıdır;
vücuda eziyet olacak bir uykusuzluk değil.
3- Az konuşmak (kıllet-i kelam): Konuşmak insanın faziletidir. Fazlası ziyan, azı vakar ifadesidir. Az konuşan kınanmadığı gibi itibarı da
çok olur. Çok konuşmak kişinin ayıplarını ortaya koyar ve küçültür, dilini
tutanın günahları az, kalbi rahat olur.
Ukbe bin Amir, Rasul-i Ekrem'e
ahirette felahın çaresini sorduğunda şu cevabı almıştı: "Dilini tut, evin
geniş olsun ve günah ve hatalarına ağla." 389
Allah insana iki kulak bir
ağız verdiğine göre insanın iki dinleyip bir söylemesi esastır. Kur'an'ın ilk emri
"oku" olduğuna göre konuşmak değil ilme sarılmak gerekir.
4- Halvet (Uzlet) ve Çile: Halvet tasavvuf ıstılahında tarikata giren bir müridin muayyen bir zaman
sonra şeyhinin emriyle insanlardan uzaklaşarak tekkelerin çilehane veya
halvethane denilen özel bir bölümlerinde de inziva hayatı yaşaması, kendini
Hakka vermesidir.
Halvetin gayesi kalpten masivayı çıkarmaktır.
Gönlü ağyardan temizlemek Hakk'ın sayısız nimetlerini düşünüp şükretmektir.
Halvet ve çilenin kırk gün olmasının Kur' an ve Sünnet'ten mesnedleri vardır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
(Bana ibadet etmesi için) Musa'ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha
ilave ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. 390
İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Rasulullah aleyissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim kırk
sabah Allah'a ihlaslı olursa kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya
başlar." 391
"Kulum bana bir karış
yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşırsa ben de
ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak
varırım." 393
382 Yusuf Suresi, Ayet 53
383 Kenzul Hakaik, Beyhaki
384 Furkan Suresi, Ayet 70
385 El Hatib, tarihinde, Cabir
radıyallahu anh'dan rivayet etti.
386 Araf Süresi, Ayet 31
387 Hadis-i Tirmızi
388 Fetih Suresi, Ayet 2
389 Hadis Buhari
390 Araf Suresi Ayet 142
391 Cami'us Sagır, Feyzu'l
kadir 6
393 Müslim, İbni Mace, Edep:
58
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye; Sayfa (259-260-261-263-264-267)
2. Nefs-i Levvâme
Hakk'ın emirlerine kısmen
uyan; men ettiklerinden ise bazen kaçınan kaçınamadığında pişman olan; kendini
zaman zaman kınayan ve levm eden nefstir. Eğer nefs, gayr-i meşrû hareketleri
icrâya hâkim değilse; kısmen terbiye görmüş ve emirlere de riâyet gösteriyorsa
levvâmedir.
Bu mertebedeki nefs terbiyenin
başlangıcını görmüş, tezkiyeden bir nasip almış ve şeriatın emirlerine itaat
etmeyi istemiştir. Lakin henüz kendine hakim olabilme, kötü isteklerini tamamen
reddedebilme arzusuna kavuşmamıştır. Öyle ise hasenatıyla mesrur, seyyiatıyla
mahzun olan nefistir.
Hakk'ın emirlerine kısmen uyan; men ettiklerinden ise bazen kaçınan kaçınamadığında pişman olan; kendini zaman zaman kınayan ve levm eden nefstir.
Hakk'ın emirlerine kısmen uyan; men ettiklerinden ise bazen kaçınan kaçınamadığında pişman olan; kendini zaman zaman kınayan ve levm eden nefstir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltilip hesaba
çekileceksiniz)." 406
Nefs-i levvamenin seyri
illallah (ancak Allah) tır. Alemi, berzah alemidir. Yeri, gönüldür. Hali
sevgidir. Dayanağı, tarikatın erkan ve usullerine uymaktan ibarettir. Sıfatları
kınama, heves, halka itiraz, yalvarma, temenna, gizli riya, makam sevgisi ve
şehvettir.
Emmare nefsin bazı
alışkanlıklarının kalıntıları yine bu nefiste vardır. Fakat bütün bu vasıflarla
birlikte yine bu nefis hakkı hak, batılı batıl görür ve bilir ne var ki bu
sıfatlarla huzursuzdur. Ne yapsın ki tamamen kendini bunlardan kurtarmaya gücü
yetmiyor.
Fakat şeriata karşı olan sevgisi fazla ve
tarikata bağlılığı devamlıdır. Gündüzleri oruç tutmak, geceleri namaz kılmak ve
sadaka vermek gibi salih amelleri vardır. Lakin bu nefse ucub ile gizli riya
girer. Düşünceleri hatalıdır. Bu nefsin sahibi, insanların salih amellerini
bilmesini ister.
Amelleri insanlar için olmayıp, Allah için olsa
da böyledir. İnsanlardan gizlese de amelleri için medh olunmayı ister. Bu arzudan da ikrah
edip, rahat bulmaz. Onu tamamen kalbinden söküp atabilse, endişesiz, muhlis
olurdu.
Allah şöyle buyuruyor: "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa
ermiştir. Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. " 407
Nefslerin tezkiyesi ile alakalı cihad babındaki ayetler ve hadislerde
açıkca görülüyor ki nefsin terbiyesi zaruridir. Ve çok mühim bir vazifedir.
Zira nefis inat ve hiyanet kaynağı, şer ve cinayet madeni, enfüs ve afakta
fitnelerin menşei, ale'l-ıtlak zulmün zuhurunun sebebidir.
Ruh sultanı,
akıl veziri ve kalp müftüsünün aralarında ittifak hasıl olsa nefsani ve tabi
kuvvetlerden muhalefet ve şikak kalkar, gider.
Muhbir-i sadık olan, Peygamber-i zişan sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz
hazretleri: " ... şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuşlardır.
408
Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri diğer bir
hadis-i şeriflerinde: "Gerçek mücahid nefs-i emaresiyle cihad eden
kimsedir" buyurmuşlardır. 409
İbni Ata demiştir ki: Nefsin
cibilliyetinde su-i edeb vardır. Halbuki kul edebe mülazemet etmekle memurdur. Nefis,
tabiatı icabı meydan-ı muhalefette, Allah ve Rasulünün emirlerine muhalefet
etmekte burnunun dikine gider.
Kul gücünün
yettiği kadar kötü isteklerini reddetmeye çalışmalıdır; nefsinin dizginini
bırakmamalıdır; aksi takdirde onun fesadında ortak olmuş olur.
Cenab-ı Hak buyuruyor: "Onun için sen bizi zikretmekten yüz çeviren ve
dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir. " 410
Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır: "Ümmetim için en çok korktuğum, nefislerinin hevasına tabi
olmaları ve tulu emel peşine düşmeleridir."411
Ebu Hafs el-Haddad demiştir ki: "Bir kimse nefsini devamlı töhmet
altında tutmaz, her halinde ona muhalefet etmez, bütün günlerinde onun hoşuna
gitmeyen hayırları icra eylemezse aldanmışlardan olur."
Müminin haline göre kabz ve bastı nefs-i levvameden kaynaklanır. Kalp
sahibi ki kalbe ait vasıfların üzerinde bulunmasından dolayı nuranı bir hicab
nefis sahibi olan kimse de, nefse ait sıfatların bulunması dolayısıyla zulmani
bir hicab altındadır.
Kalpten
yükselip hicablardan kurtulduğu zaman, hiç bir hal ona hükmedemez. İşte o zaman
kabz ve bastın etkisinden sıyrılmış olur. Kişi kalpten yükselip nurani hicabın
varlığından kurtulduğu, kalp ve nefse ait hicablar olmaksızın kurbiyyet
makamına erdiği zaman ne kabz, ne de bast haline düşmez.
Fena ve beka
makamından vücuda döndüğü zaman nurani varlık olan kalbe döner. O takdirde kabz
ve bast da kendine dönmüş olur. Fena ve beka makamına erdiği zaman kabz ve bast
yoktur.
Nefsi emmarenin Kibir, riya, gadab, haset, cimrilik, mal sevgisi hubb-ı
riyaset gibi yedi mezmum sıfatı vardır. Cehennemin de yedi kapısı vardır:
Cehennem, Leza, Hutame, Salr, Sekar, Cahım, Haviye Kim nefsini bu kötü sıfatlardan
temizlerse Cehennemin bu yedi kapısı ona kapanır. Ve Cennete girer.
Bunlar için bir endişe var ise yalnız azl ve nasb düşüncesidir. Azl
makamlarından uzaklaştırılma, nasb ise, bir makamdan başka bir makama tayin
edilmesidir.
Hak yolun yolcusu, nefs-i levvame makamında iken, şeytan onu yolundan
çevirmek için gelir, ona yaptığı salih amellerini, iyi işlerini süslü gösterir;
kalbine ucub getirir.
İşte salik amel
yolundan, ucub ile dolup, nefsini beğendikten sonra, şeytan ona suret-i
Hakk'tan gelen "İlimden maksat amel etmektir. Sen salih amelleri
yapabiliyorsun. ,O halde ilim öğrenmene, alimlerle sohbet etmene, vaaz
dinlemene ihtiyacın kalmamıştır. O sana vaazü nasihat eden alim, keşke kendi
nefsine söz geçirip, öğüt alsa ve senin amelinin onda biri kadar amel yapsaydı,
hakiki kurtuluşa ererdi" der.
Böylece ucub
kendine yerleşince, kendini büyük, başkalarını küçük görüp, insanlara sui zan
eder. Sonunda kötü huylu olur ki kimseden bir nasihat kabul etmez. Aklına göre
ibadet edip, cahillik karanlıklarında helak olur.
Sonra bu salike
yine der ki: "Sana insanların hüsn-i zannı vardır. Amelle işlerini iyi yap
ki, sana uysunlar, bununla kat kat sevaplara kavuş." Salik bu niyetle
amelini güzelleştirirse illetli olur. Sonra bu lain, salike der ki: "Sen
ibadeti gizli yap. Çünkü Allahu Teala gizli yapılan ameli kabul edip, seni
sever.
İnsanlar da
ihlasını öğrenip seni severler." İşte salik bu söze uyar ve insanların
kendisini sevmeleri arzusuyla, amelini gizlerse riyaya düşer de haberi olmaz.
Şeytanın aldatma yolları çoktur. Elinden gelirse salikin amelini bozar.
Bozamazsa kalbine o amelden efdal bir amel getirir, fakat salikin o ameli
yapacak kudreti yoktur.
Lakin ikinci am
eli ona güzel, kolay gösterir. Böylece buna başlayıp, birinci amelden geri
kalır. Ne var ki onu da tamamlayamaz. İkisinden de mahrum olur. Mesela şeytan,
salike der ki: "Sen Allahu Tema'yı ve Rasulunu nasıl seviyorum
diyebilirsin? Çünkü ne Kabe'yi tavaf eder ne Ravza-i Mutahhara'yı ziyarete
gidersin. Bu tembellik ve ihmal sevgi ile bağdaşamaz.
Sana layık
olan, Hakk' a tevekkül edip, Beytini hac ve Habib'ini ziyaret sevabını
almandır." Salik bu vesveseye kulak verir, azıksız, binek hayvanı
olmaksızın, fakir olarak hacılar kafile si ile Kabe'ye doğru çıkarsa, yol
zahmet ve yorgunluğundan bedeni gidemez hale gelince evrad ve ezkarı kaçırıp
kalbinde melal bulunca şeytan ona der ki: "Nefsine haksızlık ve zorluk
edip de yapamayacağın kadar yüklenme.
Namazın kazaya
kalsa da, Mekke' de kılarsın. Taassup yönüne gitme." İşte bu salik,
acizliğinden şeytanın bu sözüne uyarsa, farzları kılmakta da gevşek davranır.
Açlığı ve susuzluğu bastırıp, ahlakı kötüleşince, yine şeytan ona der ki:
"Hak Teala haccı zenginlere farz etmiştir.
Senin gibi
fakir o Beyt'e nasıl gider? Şüphe yoktur ki seni hac yoluna gönderen istek,
ancak şeytanın vesvesesidir." O zavallı, şeytanın bu sözünden üzülüp,
pişman olur. Kazaya razı olmayıp, kalbi kararır, insanların gıybetini yapıp,
ayıplama, saldırına ile ırzlarına dil uzatıp, onlara düşmanlık eder.
Zira hac yolunda ona ne kimse sadaka verir, ne
de iltifat edebilir. O halde kafileyi mahşer yerinin halkı gibi bulup, herkes
kendi nefsinin kaygısında olduğundan, o, gıda, yiyecek içecek peşinde olup hac
ve ziyaretten nasipsiz kalır. Bir payalsa da bin bela ile alır. Halbuki önceden
memleketinde iken, gönlü rahat ahlakı iyi idi. Halim selim idi. İnsanları
kendine tercih eden cömert ve kerem sahibi idi.
Hac yolunda
başına gelen korkunç hallerden ahlakı kötü, göğsü dar olup, nefsi bahil, haris
ve leim oldu. İşte bu salik hacca gitmekle kendi yolundan kalıp, başına bu
kadar belalar gelince, şeytan onun yolunu kesmekle arzusuna kavuşur.
Hak Teala'nın
yardımı o salike erişir ve şeytanın bu tür hile ve aldatmalarından kurtulursa,
şeriatın edepleri, tarikatın usülleri ve yüksek himmetle salik olur ilerler. Böylece nefs-i mülhime olup diğer makama kavuşur.
405 Hadis-i Kutsi, Buhari,
Tac. Terc. e.5, s. 722, H.No: 1124
406 Kıyamet Suresi, Ayet 2
407 Şems Suresi, Ayet 9-10
408 Beyhaki
409 Tirmizi, Ahmed bin Hanbel,
Ramuzu'l-Ehadis, cilt.ı, sayfa. 233-4
410 Necm Suresi, Ayet 29
411 İbni Adiy, Cabir
radıyallahu anh' dan rivayet olunmuştur.
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye; Sayfa (273-274-275-276-278-279-280)
3. Nefs-i Mülhime
Eğer nefs, terbiye ve tâatını
artırmış, fakat arzu ve isteklerini hâlâ unutmamış, ancak bırakmış, mânevî
terakki ve yükselmeye başlamışsa mülhimedir. Arzu ve isteklerini unutmamış
demek; her ne kadar tâatı ve terbiyesi artmışsa da içinden nehy bulunan fiili
icra etmek arzusu tamamen çıkmamış olan nefstir.
Mesela sigara içme arzusu içinden çıkmadığı
gibi, yani nefs-i mülhime sahibi terk ettiği bir fiili her ne kadar bırakmışsa
da içinde arzu kalmış ve daha unutmamıştır.
Hakk’ın emirlerine mümkin
mertebe uyan, men ettiklerinden azami derece sakınan ve bu halleri dolayı bazı
ilhamlara nail olan bu makamda, nefsi mülhimenin seyri, İlallah (şanı yüce
Allah’a) dır. Yani bu makamda Salikin batının da hakiki iman zuhur eylediğinden
şuhudunda masiva kalmaz. Alemi, ruhlar alemidir. Mahalli ruhdur. Hali aşktır.
Varidi marifettir. Sıfatları ilim, cömertlik,
kanat tevazu, sabır, tehammül, özrü kabul, hüsnü zan ve eziyetlere
katlanmaktır. Bu makamda salik bütün insanların kaderlerinin Allah Teala’nın
yed-i kudretinde olduğunu müşahade ettiğinden kimseye, hiçbir mahluka asla, bir
itirazı kalmaz.
Yine bu nefs-i mülhimenin sıfatları arasında
ağlamamak, insanları ihmal etmek, hayranlık duymak, havf ve recanın bulunmayışı
ve güzel sesleri işitince fazla haz duymak, hararetlenmek, zikrullahı sevmek,
Allah ile ferahlanmak, güler yüzle ve hikmetle konuşmak, müşahade ve murakabe
etmektir.
Cenab-i Hak şöyle buyuruyor: "Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki. 421
Cenab-i Hak şöyle buyuruyor: "Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki. 421
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellem Hazretleri: "Muhakkak ki şeytan ademoğlunun kan
damarlarında dolaşır. Ve ben seytanın size vesvese vermesinden korkarım."
buyurmuştur.422
Peygamber-i Zisan Efendimiz
sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri:"Muhakkak sizin Rabbiniz için
zamanınızın günlerinde dalgalı gelen rahmet kokuları vardır. Bu koku
dalgalarına kalbinizi açıp hazır bulununuz." buyurmuştur.423
Nefs-i mülhime eğer manevi
terakkiye baslamış ve terbiye ve taatini artırmış, fakat arzu ve isteklerini
terk etse de unutmamışsa mülhimedir. Arzu ve isteklerini unutmamış demek her ne
kadar taati ve terbiyesi artmışsa da içinde kötülük bulunan fiili icra etmek
arzusu tamamen çıkmamış olan nefisdir.
Mesela sigarayi terk eden bir kimsenin seneler
geçtiği halde o arzu içinden çıkmadığı gibi. Yani nefs-i mülhime sahibi terk
ettiği bir fiili her ne kadar bırakmışsa da içinde hala o arzu ve istek kalmış,
daha unutmamıştır.
Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki: "Dikkat edin vücutta bir et
parçası vardır. O islah edildiği zaman bütün vücut salaha kavusmustur. O fesada
uğradığı zaman bütün vücut fesada uğramış olur. O et parçası kalptir."424
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
Bu makamda salik mürşid-i
kamile muhtaçtır ki onu karanlık şüphelerden kurtarıp nurlu ufuklara çıkarsın.
Çünkü bu makamda salikin hali zayıftır. Hakka gidemez ve "Celal" ile "Cemal"i
ayırt edemez. Ancak bu makamda salik latif, ruhani, sadık ve Allah celle
celaluhu'na aşık olur.
Ve onun kalbinde irfan nuru güneş gibi doğar, bu
nur ruhuna kemale erme müjdesini verip Allah celle celaluhu'na kavuşma
rüzgarını estirir ve kalbindeki perdeleri kaldırıp nefsinin en büyük ve çirkin
zevklerini yok eder. Çünkü bu makam ruhun güzel makamıdır.
Ruh ise Allah'ı görmekten utangaçlık duyar.
Fakat ruhun duyduğu şiddetli sevinçler Hakk'a kavuşmaya engel olmaktadır. Fakat
nurlu perde ve onun sevinçleri beğenilmiştir ve faydalıdır. Çünkü utanma ve
sevinme Allah'ın cemalini ve O’na kavuşmayı arzulamaktır. Bu makamdaki salik
Allah zikrine devam eder.
Arifin kalbinde halikın
hakikati belirir. Ruhunda iman nuru zuhur eder ve onda ilahi bilgiler doğar. Dünyanın
aşağılık lezzetlerinden nefret edip ebedi hayatin devlet ve mutluluğuna şevkle,
istekle sarılır. Fakat bu isimden istenen özelliklerin meydana gelmesi için
zikrin gizli ve kuvvetli yapılması, nefeslerinin sesini işitip kelimelere kulak
vererek zikre devam edilmesi lazımdır.
Aşıklar ise, yakinen bilmişlerdir ki gözden düşmekten murad saygı ve
hürmeti gerektiren makam ve şöhretlerden ayrılmaktır.Onlar şeriatın hududunu
gözetirler. Ashab-i Kiram'in hareketlerine uyarlar. Evliyanın adetleri ile yaşarlar.
Halkın nazarında değersiz görünen işleri yaparlar. Bununla beraber bunlar
mahbubun likasının bütün engellerini kökünden söküp atarlar.
Mesela süslü ve
kıymetli bir elbise giymek için çalışıp yorulmazlar. Ancak sıcak ve soğuğa
karşı alelade bir elbise ile yetinirler. Mahbuba yönelirler, gönülleri sohbette
olur ve tefeyyüz ederler. O hasrete, yakınlığa kavuşmaktan lezzet alırlar.
Ruhuna zevk ve lezzet verip arifler katında izzet rifat görüp mahbubu yanında
kadr ü kiymet bulurlar.
Bu makamda arif
zaman zaman – La ilahe illallah" ismi şerifine devam ettikçe gönlünden
hikmet pınarları kaynar. Lisanından zülal-i marifet cereyan eder.
Bu makamda salik latif-i ruhani ve aşık-i rahmani olur. Kalbinde İrfan
nurunu bulur. Ruhu kemal müjdesi bulmuş, kavuşma esintisi yüzünü aksamıştır.
Kalbindeki perdeler teker teker açılıp, nefsinin kötü arzu ve emelleri zail
olup gitmiştir.
Bu makam ruh makamıdır. Ruh ise, görünmez. Ruh ile hazları toplamakta;
onlar da onun yolunu tıkamaktadır. Lakin nurani perdeler ve lezzetler makbul ve
faydalıdır. Zira onun talebi, cemal-i müşahadedir ve vuslat arzusudur. Zü1 ve
iftikar ile nimetlenir.
Şevki galip
oldukça sabır ve kararı kesilir. Bu makamda olan aşığın maşukuna şevki galip
oldukça, ilahiler ve nağmeleri dinledikçe mahbubun şevkinden zevk ve kararı
kalmaz. Dizginleri bırakır ve ara giriftar olmaz. Elbisesini tebdil edip
insanların itibarini bir habbeye almaz.
Öyle hareket
eder ki bir kimsenin yanında hiç kadrü kiymeti kalmaz.O aşık, bu hallerle
manevi lezzet bulur. Bu kendini gözden düşürmekle,doğru, yalancıdan ayrılır.
Çünkü muhabbet davasında olançok ise de sözü doğru olan az bulunur.
Muhabbete doğru
olan kalbinde mahbubundan başka şey kalmayan, insanları unutan ve insanlarında
unuttukları kimsedir. Muhabbetin bir şartı şudur ki muhib olan elbette
mahbubuna muti ve müştak olmalıdır.
Eğer arifin kalp ayağı sürçer, bu vesvese ve desiselere kulak verir, ibadet
ve mücahedeyi terk eder ve nefsin hevasına uyup giderse onun kalbi bilmediği
yerden kararır ve şeytan da oraya yerleşir; sonra ona der ki: "Rabbin
senin hakikatindir ve sen de O'nun hakikatisin.
Çünkü Allah, O
işiticidir ve görücüdür.' buyurmuştur. Dilediğini yap, çünkü O'na yaptığından
sual olunmaz" kelamiyla senin de sorumlu olmadığını duyurmuştur. İşte o
zaman, tabii, zulmet perdeleri onun basiretini öyle örter ki hiç görmez olur.
Hırsızlık ve
hiyanete baslar, çesit çesit haramları yer, itikadi bozulup Allah'tan korkmaz
olur. Şeytanın öyle bir oyuncağı olur ki Rahman'ını bırakıp onu sever, ona
ibadet eder. Tabiati toprağına meyledip şeytanın sözüne uyan gafilin hali
budur.
Eğer bu arife
Hakk'in inayeti erişip mücahede üzere devam ederse onun nefs-i mutmainne olup
yüksek himmetle bu makama gelir. İki dünya saadet ve rahatlığını bulup şeytanın
aldatmasından emin olur.Bu yüce makama çıkmak ancak mahbubun likasini ve
maşukun cemalini düşünmek, anmak, hatırlamak ve arzu etmekle olur. Bu makamda
salike fena (yok olma) haleti (manevi hali) gelir. Vasat makama çıkıp nefsinin
mutmain olmasına vesile olur.
421 Sems Suresi, Ayet 8
422 Tecrid-i Sarih
423 Müslim-Buhari
424 Tecrid-i Sarih Tercümesi
cilt. 1,sayfa. 60, Hadis. No: 60
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye Sayfa (284-285-286-287-289-)
4. Nefs-i Mutmainne
Eğer nefs, kötü arzu ve
isteklerini külliyen unutmuş, kötü fiili işleme arzusu içinden çıkmış ve mânevi
terakkilere vücudunu vakfetmişse mutmainnedir.
Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Hakk’ın emirlerine tam uyan, men ettiklerinden sakınan ve kuvvetli iman sahibi
olan mutmainne nefstir. Arifibillah olan takva ve vera yakın ashabının
nefsidir. Bunlar hitab-i ilahiyeye mazhar olmuşlardır. Bu makama ancak sadık müridler
vasıl olur.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Ya
eyyetühen-nefsül-mutmainne...” "Ey itminana ermiş nefs! Sen Rabbinden,
Rabbin de senden razı olarak Cennet’ime gir! Fecr Suresi, Ayet 27-30
Görülüyor ki, mutmainneden
asağı derecedeki nefsler hitab-ı ilahiyyeye layık olmamışlardır. Ancak itminana
ermiş olan nefs-i mutmainne, raziyye ve marziyye nefisleri hitabullaha mazhar
olmuşlardır.Ve Allah mutmainne nefs sahiplerini raziyye ve marziyye makamlarına
davet buyurmuştur.
Cenab-ı Hakk'ın kullarına
merhameti muktezasınca sizler bu davete icabet etmek mi istiyorsunuz? O halde
bilin ki talim, terbiye, nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra
"Cennetim' e girin" hitab-ı ilahiyyesine mazhar olursunuz.
Bu makamda nefs-i natıka kendi
ızdırabından Hakk'ın hitabıyla itminan bulduğu için ismi, mutmainne olmuştur.
Nitekim Hak Teala bu nefse:
"Ey mutmain olan nefs" kelamıyla hitap etmiştir. Nefs-i mutmainnenin
seyri meallah (Allah'la beraber)dir. Alemi, Hakikat-i Muhammediyye' dir.
Mahalli, sırdır. Hali, itminana sadıktır. Varidi, şeriatın bazı esrarıdır.
Sıfatları, cömertlik ve güler
yüzlülük, tevekkül, sabır, halim selim,teslim, rica, doğruluk, ibadet, yumuşak
gönüllülük, hamd ve sena,şükürdür. Dahası daimi huzur, kalp sevinci, tatlı
dillilik, ayıp ve kusurları örtücülük ve hataları bağışlayıcılık da diğer
evsafıdır. Salikin bu makamda olmasının bir alameti de şeriattan zerre kadar
ayrılmamasıdır.
Taberani ve Ibn-i Aşakir'in Ebu Ümame radiyallahu anh'dan tahric etmiş oldukları bir hadis-i şerifte Rasülullah'ın bazı sahabeye talim buyurdukları: "Allah'ım senden itminana kavuşmuş bir nefsi mutmainne dilerim ki likana iman etsin, kazana razı olsun, atana kanaat etsin" duasına devam etmelidir.433
Taberani ve Ibn-i Aşakir'in Ebu Ümame radiyallahu anh'dan tahric etmiş oldukları bir hadis-i şerifte Rasülullah'ın bazı sahabeye talim buyurdukları: "Allah'ım senden itminana kavuşmuş bir nefsi mutmainne dilerim ki likana iman etsin, kazana razı olsun, atana kanaat etsin" duasına devam etmelidir.433
Bu makamda salik, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ahlakını tamamen bilip
uygulamaktan zevk duyar ve onun fiil ve hareketlerine uymakla kalbi tatmin
olur. Çünkü bu makam kamil insan olma makamıdır.
Yine bu salik, bu makama eren
salike bakanların gözleri ve hazır olanların kulakları zevk ve lezzet bulur.
Eğer her zaman ve bütün gün konuşsa tatlı sözlerinden dinleyenlerin kulaklarına
bıkma ve usanç değil, hoşluk ve lezzet gelir. Huzur bulurlar.
Çünkü onun dili Allah tarafından dimağ ve
kalbine akıtılan ilm-i ledünniyenin mana ve incelikleriyle bezendiğinden
şeriat-i garranın anlatılmasında söylediği her söz Kur'an-ı Kerim' e ve hadis-i
şeriflere tamamen uygundur. Onun sohbetleri Allah tarafından kalbine akıtılan
ilhamlardan ibarettir yani ilmi, ilm-i ledünnidir.
Bu kamil veli yakınlarıyla ve insanlarla
görüştükçe kendisine gelen, kalbine akıtılan bu hikmetleri, onlar söyler ve
öğrendiği ilahi bilgileri, sevdiklerine ve arzu edenlere istidat ve
kaabiliyetlerine göre öğretir, onları irşad eder ve çok zaman zikir ve ibadetle
uğraşıp kendi aleminde kalır. Ta ki makamı yükselmekten mahrum kalmasın.
Rasulullah sallallahu aleyhi
vesellem: "Bir kimse kalbini iman için Temizlerse ve kalbini selim, lisani
sadık, nefsini mutmain, ahlakını müstakim, kulağını hakkı duyan ve gözünü ibret
ile bakıp hakki gören haline getirirse muhakkak felaha ermiştir"
buyurdular. 434
Bu makamda bulunan, nefs-i
mutmainne sahibi olan arif zikir,dua ve ibadete devam edip Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem efendimize evvelki sevgisinden daha fazla bir
sevgiyle bağlanır.
O insan-ı kamilin yanında toprak ve altın müsavi
olup mal ve mülkü sırf hayır ve hayrat yapmak ve fakirlere yardım etmek için
ister. Para kazanma ve mal edinme, onun gönlünü bir an bile Cenab-ı Hakk'tan
gafil kılmaz ve onun huzuruna varmaya engel olmaz. Kazandıklarını gizlemez, tok
gözlü olur ve kimseden bir şey istemeyip verilenleri fakirlere dağıtır.
Mal ve parayı sırf bu gaye ile infak etmek,
ancak bu veli zatın şanına yakışır. Bu maksatla kazanılan mal da sırf Allah
rızası için harcanır. Böyle olan mal sevgisi kınanmamış bilakis övülmüş ve
beğenilmiştir. Eğer bu makamda bulunan kamil Cenab-ı Hakk, adı, şanı kaybolmuş
bir insan suretinde gizler ve böylece şöhret yapmaz, afet ve belalardan
korursa, bu hal onun için bir nimet ve saadettir.
Eğer Cenab-ı Hak onu, halk gözünde beğenilmiş ve
herkesce takdir edilmiş olarak gösterir ve şeyhlik rütbesini ona giydirir,
irşad göreviyle vazifelendirirse o zaman kamil kul bu durumda ilahi takdiri
kabul eder fakat o, bu şeyhliği ne ister ne de diler, ne arzu eder ve ne de
ondan çekinip kaçar gider.
Ancak Cenab-ı Hakk onu kalplerin sevgilisi yapıp
dost ve müridlerini, kendisine itaatli,hürmetli ve edepli kılar. Allah celle
celaluhu insanlar arasından seçtiği kulunu sever, hem de sevdirir. Manevi bir
emirle irşad vazifesine başlamış olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellem : "Bir kimse zahir ve batınını içini ve dışını
temizleyerek kırk gün halisane Cenab-i Allah celle celaluhu için amel ve ibadet
ederse kalbi menba-i hikmet pınarı olup lisanından zülal-i marifet ile tatlı
sözler akmaya başlar" buyurmuşlardır. 435
"Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:"Dört haslet ( Dilde doğruluk,
Malda cömertlik, Kalpte muhabbet, Gizli ve aşikarda ittika ve hayırseverlik)
müminde toplanırsa Allah ona bu sebeple Cennet' i vacip kılar. 447
----------------
----------------
431 Ramuz el-ehadis, cilt 1,
sayfa 371-14
432 Fecr Suresi, Ayet 27-30
433 Alusi, Ruhu'l-Mearu;
Elmali Tefsiri, cilt 8, sayfa 5821435 Ebu Nuaym, Hilye; Ramuzu'l-Ehadis, cilt
2, sayfa 398-11
447 Ramuzu’l Ehadis, cilt 2,
sayfa 438 - 12
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 294-295-296-297-305)
5. Nefs-i Râziyye
Eğer nefis, bütün
muradlarından ve makamlardan tecerrüd ederek tam bir teveccüh ile
Allah’ın rızası yoluna sîreten yönelmiş ise râzıyedir.
Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Nefis bütün arzu ve
isteklerinden tecerrüd ederek her vechile Hakk'a ve teveccüh-i tam ile Rahman'a
yöneldiğinde ve bila-fasila daima Rahim ile olmak şuuruna erdiğinde Allah' tan,
hikmetine ve hükmüne ram olarak razı olmuş olur.
Cenab-ı Hak söyle buyurmustur:
"Ey itminana ermiş nefis!
Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Cennet’ime gir!448
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri: ''Ben ancak mekarim-i ahlaki tamamlamak için gönderildim" 449 buyurmuştur.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri: ''Ben ancak mekarim-i ahlaki tamamlamak için gönderildim" 449 buyurmuştur.
Nefs-i natıka her halinde rıza
ile sıfatlandığından ismi, raziyye(razı olan) olmuştur. Nitekim Hak Teala bu
nefse: "Rabbinden razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön!" kelamıyla
hitap etmiştir.
Bu makamda nefs-i raziyyenin seyri fillah (Allah
için)dır. Alemi,alem-i lahut'tur. Mahalli (yeri) sırrın sırrıdır. Hali, fani
olmaktır. Lakin bu makamda bildirilen fani değildir. Bu iki fani arasındaki
fark şöyledir ki, önce fena-i vasat derecedeki salikin hali olup hislerin
duyarlılığından geçmiştir.
Bu fani ise
sülukun sonunda bulunup beka ile müşerref olunan haldir. Beşerin sıfatların
mahvolup gitmesidir. Salik bekaya hazır olup, ona kavuşmuştur. Zira beka bu
fenayla aynı olup diğer fena ondan sonra gelir. O ise "Hakke'l-yakin"
olup bu makamda ele geçer. Bu radiye nefsin varidi yoktur. Zira varid ancak
beka sıfatları ile olur.
Halbuki bu
kamilin beseri sıfatları öyle zail olmuştur ki eseri bile kalmamıştır. Onun
için bu makamda kamil olup nefsiyle bakidir. Bundan önce makamlarda olduğu gibi
ne Rabbi ile bekadır, ne de diğer makamda olacak olan gibidir. O halde bu öyle
bir haldir ki ancak zevk ile tadarak anlaşılır.
Bu nefse ikram için verilen sıfatlar vera, hulus, muhabbet, nush, huzur,
keramet, terk, masivayı unutmak, kemal üzere teslim ve rızadır.
Zira bu kamil, Cenab-i Mutlak'in şühudunda müstağrak olur. O halde alemde
meydana gelen herşeyi itirazsiz gönül hosluğuyla kabul edip haz alır. Hiçbir
musibeti kendinden gidermek için Hakk'a iltica etmeyip herseye razi olur. Bu
halde iken bile insanlara nasihatla emr ü nehy edebilir.
Bu hal onu
Allah'ın kullarina irşaddan alıkoymayıp tebliğe devam eder. Sözünü duyan ondan
istifade eder. Bütün bunlarla beraber bu kamil sırrın sırrıyla alem-i lahutu
bulur. Bu makamın sahibi Hakk'in huzuru ile edep deryasına dalar. Duasi redd
olunmaz.
Lakin edep ve hayasi galip olduğundan bir sey
isteyemez. Çaresiz kalsa dua eder ve duası kabul olur biiznillah. Bu veli
HakTeala'nin katında aziz ve mükerremdir. İleri gelenler ve avam arasında
muhteremdir.
Allah celle celaluhu insanlarin kalbine o sadikkuluna
karsi muhabbet vermistir, bu kamil insan da Allah'in kullarina hüsn-i zan eder.
Zalimlere hiç meyletmez. Ihtiyaç sahibi olmasa da kendisine verilen hediyeyi
reddetmez, muhtaç olan garib ve fakirlere infak eder; ihtiyaç sahibi olsa da
kimseden bir sey istemez.Rabbi ile mesgul olur.
Bu veli batin aleminde öyle bir sultanlığa
kavuşmuştur ki zahirdekilerin yani dünya saltanatların hepsi onun hükmü altında
kalır. O halde o tebasindan bazısına nasıl tenezzül edip meyl ve itibar
edebilir?
Bu makamda ehlullah
"Hayy" ismiyle meşgul olur, "Hayy" virdine devam eder.
Böylece fani olup "Hayy" ismi ile beka bulur; Hakk'ın menziline
gider. Bu isim ile meşgul oldukça fenadan çıkıp bekaya erip Hayy sıfatı ile
muttasıf olur.
Peygamber Efendimiz Kutsi
Hadiste buyuruyor ki: "Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki ben onu
severim ve ben onu sevince işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen
ayağı olurum." 450
Aziz ve Celil olan Allah
buyurmuştur: "(Cennette) salih olan kullarım için hiçbir gözün görmediği
hiçbir işitmediği beşer kalbine (hatır ve hayaline) gelmeyen şeyler
hazırladım." 451
Nefs-i radiye sahibi olan veli
bu makamın sonlarında fiillerin tecellilerini geçip isim ve sıfatların
tecellilerine gelip başka makama gelir. Böylece "İlme'l-Yakin"den
"Ayne'l-Yakin" mertebesine gelir.Oradan bir cezbe ile başka bir
makama girip o makamda kendisine "Hakke'I-Yakın" hasıla olur. Hak
Teala'nın kendi sıfatlarından biri kulun kalbine münkeşif olur.
Bir kulun bütün sıfatları fenaya kavuşursa Hak
Teala onun kalbine kendi sıfatlarından bir sıfatla tecelli eder. O sıfatın bazı
eserleri Allahu Teala'nın ihsani ile fani olan kulda zahir olur. Mesela Hak
Teala ona Semi, işitici sıfatı ile tecelli edince o cemadatın zikrini bile
işitip anlayabilir.
Çünkü o fani kul ilme'l-yakin ve ayne'l-yakin
mertebelerinden geçip hakke'l-yakin mertebesini bulmus olur.
Ehlullah buyurmuslardir ki:
Salik-i sadık ilme'l-yakin mertebesini geçip ayne'l-yakln mertebesine gelince
Hakk'in cezbesiyle hakke'l-kin mertebesini bulur.
İlme'l-yakin: Akli delillerden
hasıl olan ilimdir.
Ayne'l-yakin: Müşahade ile
hasil olan ilimdir.
Hakke'l-yakin: Kulun
sıfatlarının Hakk'ın sıfatlarında fani olması O'nunla ilmen, şuhuden ve halen
beka bulmasıdır.
Hakikatta kulun sıfatları fani
olup zatı da fena bulmayınca bekaya eremez. Bu salike sülukunde faydali olan
vahdet-i vücudu şuhuddur. Yalnız marifet, faydalı olmaz. Çünkü eksiktir. Şuhud
ise, izdirar-i hal olup mücahede ile hasıl olur. Zül ve iftikar ile vücuda
gelir.
Zira müşahede ancak mücahededen doğup kuvvet
bulur. Bu müşahede hali, şeriata uyulur ve güzel ahlak sahibi olursa faydalı
olur. Yoksa sonu hüsrandır.
Hz. Ali radiyallahu anh
buyurmustur ki: “Yaninda Allah'ın, Rasulullah'ın ve evliyanın sünneti olmayan
kimsenin elinde hiçbir sey yok demektir.” Ona denildi ki: "Ya Ali!
Allah'ın sünneti nedir?”buyurdu ki: "Sırrı gizlemektir.” "Rasulün
sünneti nedir?” buyurdu ki: "Güzel ahlak sahibi olmak ve insanlarla iyi
geçinmektir." "Evliyanın sünneti nedir?” "İnsanlardan gelen
eziyete sabretmektir.”
Bir gönül ki masivadan geçip
yükselmiştir ve yakınlık rayihasini teneffüs etmiştir. Üns ve huzur meclisine
kavuşmustur. O gönül Hakk’tan nasil gafil olur.
Ey salik susmak ilimlerin üstünüdür. Hayy ve Kayyum'un hikmetidir. Dil
konuşsa gönül susar. Dil sussa gönül hikmet söyler. Konuşmak gümüş olsa, susmak
altın olur. Çok konuşanlar pişman olur.
Her susan salim olur. Susmak,
konuşmayı terk etmektir. Kalbin susması itiraz ve yüz dönmeyi terk etmektir.
Kalbin susması hayreti getirir.Hayret ise varidat ve keşfe sebeptir. Arif
susarsa, malik olur.Aşık susarsa sadık olur. Susmak müminin üstün hasletidir.
Çoğu afiyetler ondadır. Bela konuşma içindedir.
Susmakla kalp gözü açılır.Akil artar ve rahatlar ve kalpte yakin hali zuhur
eder. Dilini tut ki onun isyani, tuğyanı (azması) diğer uzuvlardan çok ve
büyüktür.Sukut et ki, onun fesadi diğer bütün azalardan fazladır. Demek ki
dilini korumak herşeyden önemli ve elzemdir. Çünkü dilini korumakta diğer
azaları korumak da vardır.
Sonra safi muhabbet hasıldır. Ne benlik ne de ikilik kalır. O halde halis
muhabbet, hulletten daha yüksek ve daha saf olur. Nitekim Hz.Habib-i Ekrem
sallallahu aleyhi vesellem, Halilullah aleyhisselamın menzil ve derecesine
kavuşup oradan Kabe Kavseyn' e yükselip, "ev edna" makamına
ulaşmıştır.
Zira Halil
İbrahim aleyhisselam Allahu Teala'nın sıfatlariyla O'na tevessül etmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ise sıfatlar ile kalmayıp, zat-i pak ile
durmuştur. Muhabbet saf olur ve sahibinin hali bilinirse ona mekarim denir.
İşte mekarim saf muhabbet sahibinin halidir.
448 Fecr Suresi, Ayet 27-30
449 Hadisi Buhari
450 Hadis, Buhari
451Hadis-i Kutsi, Müslim
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye Sayfa (305-306-307-308-309-313)
6. Nefs-i Marziyye
Eğer nefis, bu fikre hizmet ve
sıdk ile sebât ve istikamette devamlı olur ve bu sûrette Hakk nezdinde de hâli
makbûl bulunursa marziyyedir.
Nefs-i marziyye sahibi, bütün
mevcudiyetiyle Hakk’ın emrine ram olur; ibadet ve taatta bulunur; ihlasla itaat
edip hizmet görür;Allah celle celaluhu'na sıdk-i sebat ile istikamet üzere ve
böylece Cenab-ı Hak kendisinden razı olur.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razi olarak
Rabbine dön! Kullarımın arasına katil ve Cennet'ime gir!" 458
Allahu Teala bu makamda nefs-i natıkadan razı olduğundan ismi marziyye
olmuştur. Nitekim Hakk Teala bu nefse "Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş
olarak dön" kelamıyla hitap etmiştir.
Bu makamda
nefs-i marziyyenin seyri, anillah (Allah'tan)dir. Alemi,şehadet alemidir. Yeri, hafidir. Hali, hayrettir. Varidi, şeriattir.
Sıfatları,Allahu Teala'nin ahlakı ile ahlaklanmaktır; beşeriyyeti terk ve
hüsn-i hulktur. Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:
"Ve sen elbette yüce bir
ahlak üzeresin. " 459
Hataları af, ayıpları örtmek,
hüsn-i zan, herkese lutf ve şefkattir.İnsanlari tabiatlarının zulmetlerinden,
ruhlarının nurlarını çıkarmak için onlara meyl ve muhabbettir. Lakin bu meyil
ve muhabbet-fillahtır. Yani Allah için olduğundan makbuldür.Nefs-i emmare
makamında olan meyil ve sevgi gibi değildir.
Bure'fet ve rahmettir. Zira nefs-i emmarede
sevgi nefs için olduğundan kötü, çirkin, gaflet ve zulmettir. Bu ise nefs-i
marziyyenin sıfatından olup halk ile Halık'in sevgisini birleştirebiliyor. Bu
şaşılacak bir şey olup ancak bu makama kavuşanlara nasip olur.
Onun için bu makamda olan veli
görünüşte insanlardan ayrılmaz ama batını kibrit-i ahmer gibi olup misli
bulunmaz. Seçilmişlerin seçilmişidir;nur menbai, esrar madeni, sevilmişlerin
önderidir. Bu makamda hal ilm-i ilahi dairesindedir.
Makamın sahibi şuhudunda ağyar
kalmayıp kalbi, masivadan kurtulmuştur ve Allah’u Teala'nın ve insanların
yanında beğenilmiştir.
Kendisi herşeyden razıdır ve
onun (muhakkak ki Allahu Teala'nın razı olduklarından razıdır) değeri
yüksektir. Bu kamilin seyri anillahtır. Bu makamda ona Hz. Hayyul Kayyum muhtaç
olduğu ilimleri kendisine bahşetmiştir.
Bu merhalede salik Alem-i Gayb' dan Şehadet
Alemi'ne Allahu Teala'nın izni ile dönmüştür. Böylece kendisine ihsan edilen
marifetlerle insanlara faydalı olur. Lazım olan hikmet ve nasihati insanların
seviyesine göre, onların anlayacağı derecede söyler. Bu kamilin hali makbul
hasletlerdendir.
Onda huzur-i hayret vardır. Bu
hayrettir ki "Ya Rabb! Sana olan hayretimi artır" duasi Hz. Sıddık-i
Ekber' den bildirilmektedir. Bu hayret sülukun başlangıcında olan hayret
değildir. Bu kamilin sıfatlarındandır.
Bunların sahibi her sözünü
tutar sözünden dönmez. Her şeyi yerine koyar adaletten ayrılmaz. Yeri
geldiğinde o kadar infak eder,mal verir ki tanıdığı olmayan görse onu israf
ediyor zanneder.
Yerini bulmayınca o kadar az verir ki tanımayan
bahil ve hasis zanneder.Kendini öven kimseye, vermeye layık değilse bir şey
vermez. Kendini kötüleyene ve ihsana uygunsa kendini kötülediği için hakkını
vermemezlik etmez. O kerem menbaıdır. Bu güzel haller gönül sahibi olan velilerin şanıdır.
Bu makamın sahibi her halinde vasat haldedir. İfrat ve tefritten uzaktır.
Bu vasat yol dile kolaydır ama yapmak zordur. Bu güzel ahlakla sıfatlanmayı
herkes arzu eder. Bu sıfatta olanları sever onlardan edeple bahseder. Lakin
vasat hal, bu vuslat yolu çok zor olduğundan onunla sıfatlanmış olan azdır.
Zira o, bu makam sahiplerine mahsus bir lütf-i
celil ve sıfat-i cemildir. Allahu Teala Hazretleri buyurdular ki: "Kim
benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona savaş açarım." 460
Veli kul Allah celle
celaluhu'na ibadeti hakkıyla ifa eden ve ibadet arasında isyana düşmeden
birbiri ardından ibadet vazifelerini yerine getiren demektir. Bir kimsenin veli
olması için hem kulluk vazifesini yerine getirmesi hem günahlardan kaçınması
şarttır.
Nasıl peygamberlerin masum olması gerekirse,
velilerinde mahfuz olması gerekir. Şeriata bir itirazı olan ise gurura kapılmış
durumda ve kendini aldatmaktadır.
Hadiste Allahu Teala'nın harp
ilan ederim sözü hakkında el Bakillani şöyle diyor: Burada beliğ bir mecaz
vardır. Çünkü Allah'ın sevdiğinden hoşlanmayan Allah celle celaluhu'na
muhalefet etmiş olur. Allah celle celaluhu'na muhalefet eden O'nunla karşı
karşıya gelir.
Allah kendisiyle karşı karşıya geleni ise helak
eder. Ayrıca Allah'ın veli kullarına düşman olanların, Allah'ın kendilerine
düşman olmasını gerektirecek bir durum içine düşmesi yani Allah’ın veli
kullarını sevmenin Allah’ın sevgisini kazanmaya sebep olduğunu gösterir.
457 Hadis Buhari
458 Fecr Suresi, Ayet 27-30
459 Kalem Suresi, Ayet 4460 Hadis Kudsi, Sahihi Buhari
459 Kalem Suresi, Ayet 4460 Hadis Kudsi, Sahihi Buhari
Kaynak: Marifet-i İlahiyye
Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 315-316-317-318-319)
7. Nefs-i Safiye (Kâmile)
Vehbi olan ledünnî ilme mahzar
vâris-i enbiyâ sıfatıdır.
Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Nefs-i safiye sahibi vehbi olan ilm-i ledünne mazhar olmuş varis-i enbiyadır. Bu makamda kalpte on lahuti güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanin bütün azalarında zahir olur.
Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Nefs-i safiye sahibi vehbi olan ilm-i ledünne mazhar olmuş varis-i enbiyadır. Bu makamda kalpte on lahuti güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanin bütün azalarında zahir olur.
O zaman bu makam sahipleri kulluk vazifelerini
derin ve deruni bir zevk ve neş' e içinde seve seve ifa ederler. Alim-i billah
olan bu veliler,halkı ivazsız garazsız ve dinar ve dirhemsiz, bir menfaat
mukabilinde olmayarak livechillah Hak yoluna, şeriat-i mutahharanın, sünnet-i
seniyyenin emirlerine davet eder.
Cenab-ı Hak söyle buyurmuştur:
"Derken, kullarımızdan
bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan
ilmi ledünni öğretmiştik. " 466
Cenab-i Hak söyle buyurmuştur:
"Kudretine nihayet
olmayan Allah/in sadakat meclisinde, huzur-u kibriyasındadırlar. ,,467
Nefs-i safiye, bütün
faziletlere kavuştuğu için ismi kamile olmuştur. Seyri, billah (Allah
ile)dir. Alemi, kesrette vahdet ve vahdette kesret alemidir. Yeri, hafiye
nisbetle, ruhun bedene nisbeti durumunda olan ahfa, hali ise bekadır. Varidi
buraya kadar anlatılan tüm nefislerin varidleridir.
Sıfatları,
bildirilen bütün güzel huylardır.Bu makamdaki arifi billahin meşgul olduğu vird
"Kahhar" ismidir.Bu makam bütün makamların en büyüğü ve en
yükseğidir.
Zira bunda
batin saltanatı kemale erip, mücahede tamam olmuştur. Riyazete ihtiyaç kalmayıp
vasat halde kalmıştır. Bütün muradlarını almıştır.Ancak alemlerin Rabbi olan
Allah celle celaluhu'nun rızasını almak kalmıştır.
Bu kamil velinin amelleri sevap ve ibadettir. Temiz nefesleri kudret ve
inayettir. Tatlı sözleri ilim ve hikmettir, pür lezzet ve halavettir. Yüzünü
görmek huzur ve saadettir. Bu arifi görenlerin kalbine Allahu Teala'yı zikir ve
fikir gelir. Huşu ve hudu ile ona yönelir.
Nasıl
yönelmesin ki o, Allah'ın aziz kulunun yüzünü görmektedir. Dördüncü makamda
iken veliyullah idi. Bu makam avam evliyasının makamıdır. Beşinci makam seçkin
evliyanın makamıdır. Altıncısı seçilmişlerin makamıdır. Vermek isteyince hiç
kimsenin mani olamadığı,vermemeyi murad edince hiç kimsenin engel olamadığı
Allahu Teala her ayıptan münezzehtir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem söyle buyurmuşlardır ki:
"İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir.Sen onu görmüyorsan da
o seni her an ve daim görüp, gözetmektedir." 468
Hidayet-i hakikiye mazhar olan mümin her an bu duygu ve şuur içinde
bulunmak ve bütün hayatini bu inanca göre tanzim etmekle beraber kendisinde
yakin hali zuhur edip bu vesileyle vuslat-ı ilahiyeye nail ve mazhar olur.
Bu "Kahhar" ismi kutba mahsus olan isimlerden olup kutb onunla
saliklere imdat edip nurlar, hidayetler ve müjdeler gönderir.Hatta saliklerin
içinde zuhur eden cezbe, sürur ve huzur gibi gönül ve ruh hallerine yardim,
zamanın kutbundan (irşad kutbundan) olup onların zikir ve teveccühlerine
karşılıktır.
Bu makamın sahibi bir an ibadetsiz olmaz. Bedenin her uzvuyla,eliyle,
ayağıyla, diliyle yahut yalnız kalbi ile ibadettedir. Gafil olmaz.Bu kamilin
istiğfarı çoktur.
Tevazuu
yerindedir. Rızası ve süruru halkın Hakk'a ikbal ve teveccühlerindedir. Kızması
ve üzülmesi onların Hakk' tan gaflet ve yüz çevirmelerindendir. Hakk'ı
isteyenlere rağbet ve muhabbeti öz evladına olan muhabbet ve rağbetten daha
çokdur.
Bu kamil veli
emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker edip yumuşak ve alçak gönüllükle
söyler. Muhabbet ehlini sevip sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Bununla
beraber kalbinde kimseye kötülük beslemez.
Allah için olan işleri yapar. Ayıplayanların
ayıplamasından kaçınmaz. Bu makamdaki bir kulun kahrı lutfuyla, gazabı hilmiyle
ve celali cemaliyle karıştığından gazap halinde razı olup, riza halinde gazap
eder. Lakin her şeyi yerine koyup her halinde adalet üzere gider.
Himmetle bir şeyin olmasına teveccüh ederse
biiznillah onu muradına uygun hasıl olmuş bulur.
Bu kamilin muradı Hakk'ın muradına, uygun, rıza
ve kızması da onun rıza ve kızmasına mutabıktır. Ruhu onunla olup hep huzur'
dadır. Çünkü o "künmeallah vela tübali" sırrına mazhar olmuştur.
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellem söyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah her yüzyıl başında bu
dini ihya edecek kudsiyyü'l-sifat bir racul-i salih, bir insan-i kamil
gönderir." 469
Hiçbir peygamberin ümmeti
varis-i enbiya rütbesine nail olmamıştır.Yani her peygamberin ümmetine emr-i
bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesi verilmemiştir.
Ancak bu vazife ümmet-i Muhammed'e tevdi
olunmuştur.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Her asırda benim ümmetimden sabikûn vardır ki bunlara büdela ve siddikûn
denir.
Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilahiyye o
kadar mebzuldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Ve yeryüzü halkı için
tasavvur olunan bela ve musibetler onlarla def ve ref olunur.
"Sabikûn, tekaddüm edenler; mukarrebûn demektir. Asr-i saadetten beri her zaman sabikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur. Asr-ı saadet'te sabikun şerefine birinci olarak erkeklerden Hz. Ebu Bekir-i Sıddik radiyallahu anh, kadınlardan Hz. Hatice radiyallahu anha,gençlerden Hz. Ali radiyallahu anh, köleler içinde Zeyd bin Harise radiyallahu anh nail olmuşlardır.471
Sultanü'l-Arifin Bayezid-i Bistami hazretleri buyurmuşlardır ki: "Benim zamanımda İslam içinde kümmelin-i evliyadan yetmiş bin kadar veli var idi.
"Sabikûn, tekaddüm edenler; mukarrebûn demektir. Asr-i saadetten beri her zaman sabikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur. Asr-ı saadet'te sabikun şerefine birinci olarak erkeklerden Hz. Ebu Bekir-i Sıddik radiyallahu anh, kadınlardan Hz. Hatice radiyallahu anha,gençlerden Hz. Ali radiyallahu anh, köleler içinde Zeyd bin Harise radiyallahu anh nail olmuşlardır.471
Sultanü'l-Arifin Bayezid-i Bistami hazretleri buyurmuşlardır ki: "Benim zamanımda İslam içinde kümmelin-i evliyadan yetmiş bin kadar veli var idi.
Onların madununda çok veliler vardı. Lakin o
asrın kutbu henüz keşfe erişmemiş ümmi bir haddad idi ki gece gündüz evlad-ü
iyalinin nafakası için dükkanında demircilik sanatı ile meşgul idi. Ben ise
hayrette kalmış idim. Sırr-ı kutbiyyet nedir ki bu kadar velilerden birisine
verilmeyip te bir ümmi ve henüz dide-i basireti küşat olmamış bir haddada
verildi, diye taaccüp ettim.
Bir gün o haddadın dükkanına vardım. Selam verdikten
sonra haddad yanıma gelip elimi öptü ve benden dua istedi. Ben ona dedim ki:
"Ben senin ayaklarını öpeyim. Sen bana dua et." Cevabında o zat
buyurdu ki: "Fakat sana dua etmekle benim derd-i derunum teskin
olmaz." Ve tekrar o zata dedim ki: "Acaba derdiniz
ne ola? Bizlere haber verseniz belki çaresine bakarız." O zat buyurdular
ki: "Acaba ruz-i mahşerde bu kadar kulların hali nice olur?" deyu
ağlamaya başladı.Derd-i derunu bana dahi tesir edip beraber ağladık.
O vakit sırrıma nida olundu ki kutublar
"nefsi nefsi" diyenlerden değildir "ümmeti ümmeti"
diyenlerdendir. Hemen kalbimdeki hayret ref olunup bildim ki bu zatların
istidadı başkadır. Bunlar kalb-i Muhammedi üzere vaki olup mazhar-ı hakikat-i
Muhammediyye olmuşlar.
Lakin o halde henüz keşif hali zuhur etmeğinden
kutub olduğunu bilmiyordu.Kendisinden sordum ki: "Halkın muazzeb
olmasından size ne?" buyurdular ki: "Ey birader, benim hamur-i
fitratım ab-i şefkat ve merhametle bir derece yoğrulmuş ki eğer bütün
insanların günahını bana yüklenip onları affeyleseler memnun olurum."
Ondan sonra kendisiyle bir haylice sohbet eyledim. Namazda okumak için benden
bilmediği bazı sureler öğrendi.
Lakin benim batinim feyz-i Rabbani ile öyle
doldu ki kırk senede tahsil edemediğim dereceleri o mecliste tahsil eyledim. O
vakit bildim ki sırr-i kutbiyyet başka bir manadır.Ne ilim ile ne de kesret-i
amel ile husule gelir şey değildir."
466 Kehf Suresi, Ayet 65
466 Kehf Suresi, Ayet 65
467 Kamer Suresi, Ayet 55
468 Tecrd-i Sarih Terc. –
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.