|
Birincisi:
Yemen padişahlarından Tübba’, Allah Resulü’nün (asm) vasıflarını eski
kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilân etmiştir:
“Ben Ahmed’in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben
onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum. (Yani, Ali gibi
olurdum.)”[1]
İkincisi:
Meşhur Kuss ibni Sâide ki, Arapların içinde en meşhur ve mühim bir hatib ve
hakikatların farkında olup tek İlah inancına sahip bir zattır. İşte şu zât da,
Peygamberimiz (asm) gönderilmeden evvel O’nun (asm) peygamberliğini şu şiirle
ilân ediyor:
“Gönderilenlerin ve peygamberlerin en hayırlısı olarak
Ahmed’i (a.s.m.) bize gönderdi. Kàfileler onun için yollara düştükçe ve bu
teşvik edildikçe Allah ona rahmet eylesin.”[2]
Üçüncüsü:
Allah Resulü’nün (asm) atalarından olan Kâ’b ibni Lüeyy, Efendimizin (asm)
geleceğini ilham eseri olarak şöyle ilân etmiş:
Dördüncüsü:
Yemen padişahlarından Seyf ibni Zîyezen, eski semavi kitaplarda Resulullah’ın
(asm) özelliklerini görmüş, iman etmiş ve müştakı olmuştu. Resulullah’ın (asm)
dedesi Abdülmuttalib Yemen’e Kureyş kafileleri ile gittiğinde, Seyf ibni
Zîyezen onları çağırmış, onlara demiş ki:
“Hicaz’da bir çocuk dünyaya
gelir. Onun (asm) iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk
umum insanlara imam olacak.” Sonra, gizli
Abdülmuttalib’i çağırmış. “O çocuğun dedesi de sensin.” diye
kerametkârâne, doğumundan evvel haber vermiş.[4]
Beşincisi:
Müminlerin annesi Hazreti Hatice’nin (r.anha) amca oğlu Varaka bin Nevfel’e,
vahyin başlangıcında Hazreti Hatice (r.anha), Allah Resulü’nün (asm)
telaşlandığını haber verince, Varaka demiş: “Onu bana gönder.” Resulullah
(asm) Varaka’nın yanına gitmiş, vahyin gelmesi anındaki halini ona anlatmış.
Varaka demiş:
Altıncısı: Askelâni’l-Himyerî
namında bir alim zat, Peygamberimiz (asm) gönderilmeden evvel Kureyşîleri gördüğü
vakit, “İçinizde peygamberlik dava eden var mı?” diye sorardı,
Kureyşliler “Yok.” derlerdi. Sonra, peygamberlik vazifesi
verildikten sonra yine sormuş. “Evet, biri peygamberlik dava ediyor.” demişler.
Askelani demiş:
Yedincisi:
Hristiyan alimlerinden İbnü’l-Alâ, peygamberlik vazifesi verilmeden ve
Peygamberi (asm) görmeden evvel haber vermiş. Sonra gelmiş, Hazret-i Peygamberi
(asm) görmüş. Demiş:
“Ben senin sıfatını İncil’de gördüm, iman ettim. İbn-i
Meryem (Hazreti İsa), İncil’de senin geleceğini müjde etmiş.”[7]
Sekizincisi:
Habeş Padişahı Necâşî demiş:
“Keşke şu saltanatın yerine, Hazreti Muhammed’in (asm)
hizmetkârı olsaydım! O hizmetkârlık, bu saltanattan üstündür.”[8]
Şimdi, Rabbânî ilhamlar ile
gaibden haber veren bu alim zatlardan sonra, gaibden ruh ve cin vasıtasıyla
haber veren kâhinlerin verdikleri müjdelerden, siyer ve tarih kitaplarında
geçen pek çok müjdelerden sadece birkaç tanesini zikredeceğiz.
Birincisi: Şıkk
isminde bir gözü, bir eli, bir ayağı olan adeta yarım insan şeklindeki
meşhur bir kâhin; Peygamberimiz (asm) gönderilmeden evvel defalarca geleceğini
müjdelemiştir.[9]
İkincisi:
Meşhur Şam kâhini kemiksiz, âdetâ organları olmayan bir vücut, yüzü göğsü
içinde bir acûbe-i hilkat ve çok da yaşamış Satîh ismindeki kahinin
verdiği haberdir. Gaibden verdiği doğru haberler sayesinde, o zamanın insanları
içinde şöhret bulmuştur. Hattâ, Kisrâ, yani Fars Padişahı, gördüğü garip bir
rüyayı ve Peygamberimizin (asm) doğduğu gece, sarayının on dört şerefesinin
düşmesinin sırrını Satîh’ten sormak için, Muyzan denilen âlim bir elçisini
göndermişti. Satîh gelen elçiye “On dört zât, sizlerde hâkimiyet edecek,
sonra saltanatınız mahvolacak. Hem birisi gelecek, bir din gösterecek. İşte, o
sizin din ve devletinizi kaldıracak.” diyerek Kisrâ’ya haber göndermiştir.
İşte o Satîh, çok açık bir şekilde, Âhir zaman Peygamberinin (asm) gelmesini
haber vermiştir.[10]
Hem kâhinlerden Sevad ibni
Karibi’d-Devsî, Hunâfir, Ef’asiye Necran, Cizl ibni Cizli’l-Kindî, İbni
Halasati’d-Devsî ve Fatıma binti Numan-ı Necâriye gibi meşhur kâhinler, siyer
ve tarih kitaplarında detaylarıyla izah edilmiştir ki, Âhir zaman Peygamberinin
(asm) geleceğini, o Peygamberin de Hazreti Muhammed (asm) olduğunu haber
vermişlerdir.[11]
Hem Hazret-i Osman’ın (ra)
akrabasından Sa’d Binti Küreyz, kâhinlik vasıtasıyla, Resulullah’ın (asm)
nübüvvetini gaibden haber almış. İslamiyetin ilk başlangıcında, Hazret-i
Osman-ı Zinnureyn’e (ra) demiş ki: “Sen git, iman et.” Bu tavsiye
üzerine Hazreti Osman (ra) gidip, iman ederek ilk Müslümanlardan olma şerefine
nail olmuş. İşte, o Sa’d bu vakıayı böyle bir şiirle söylüyor:
Hem kâhinler gibi, “hâtif”
denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinler de, Resulullah’ın (asm)
geleceğini pekçok defa haber vermişlerdir. Örneğin, Zeyyab ibnü’l-Hâris’e,
hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının İslamı kabul etmelerine vesile
olmuş:
“Ey Zeyâb, ey Zeyâb! Acaibin en acibine kulak ver:
Muhammed kitapla gönderildi; Mekke ahalisini çağırıyor, ama onu dinlemiyorlar.”[13]
Yine bir hâtif cinî, Sâmia bin
Karreti’l-Gatafânî’ye böyle bağırmış, bazılarını imana getirmiştir:
Bu hâtiflerin müjdeleri ve haber
vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.
Hem nasıl kâhinler, hâtifler
haber vermişler. Öyle de, bazı putlara kesilen kurbanlar dahi, Resulullah’ın
nubuvvetini haber vermişlerdir.
Örneğin, Mâzen kabilesinin putu
bağırıp “Şu gönderilen Peygamber, indirilmiş hak bir kitap getirdi.”[15]
diyerek, Efendimizin (asm) nubuvvetini haber vermiştir.
Hem Abbas ibni Merdâs’ın İslamı
kabul etmesine vesile olan meşhur hadisedir ki: Dımar namında bir putu varmış;
o put birgün böyle bir ses vermiş: “Muhammed gelmeden evvel bana ibadet
ediliyordu. Şimdi Muhammed’in beyanı gelmiş; daha o dalâlet olamaz.”[16]
Hazret-i Ömer (ra), İslâmiyet’ten
önce, puta kesilen bir kurbandan böyle işitmiş:
İşte bu nümuneler gibi çok
vakıalar var ki; güvenilir kitaplar kabul edip nakletmişlerdir. Nasıl ki
kâhinler, alimler, hâtifler, hattâ putlar ve kurbanlar Efendimizin (asm)
peygamberliğini haber vermişler, herbir hâdise dahi bir kısım insanların
imanına sebep olmuş. Öyle de, bazı taşlar üstünde ve kabirlerde ve kabirlerin
mezar taşlarında, eski yazıyla “Muhammed, ıslah edici ve emîndir.” gibi ibareler
bulunmuş, onunla bir kısım insanlar imana gelmişler.[18] Evet, eski yazıyla
bazı taşlarda bulunan “Muhammed (asv), ıslah edici ve emindir.” ibaresinde
geçen Muhammed, Resulullah’ı (asv) göstermektedir. Çünkü ondan evvel, zamanına
pek yakın, yalnız yedi Muhammed ismi var, başka yoktur. O yedi adamın da hiçbir
tanesi “Islah edici ve emindir.” sıfatına layık olamamışlardır.[19]
_____________________________________________________
[1]İbni Kesîr,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:166; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari,
Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:388; Nebhânî, Hüccetüllah
ale’l-Âlemîn, 138.
[2]Süyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 2:133; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:230; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 12:1254; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:101; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:105.
[3]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:244; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:89-90.
[4]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:328; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:388; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:95-96; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:187.
[5]Buharî, Bedü’l-Vahy: 3; Enbiyâ: 21; Ta’bîr: 1; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:304, no. 2846; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Acurrî, eş-Şerîa, 443; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:217.
[6]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:742; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 140.
[7]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:744; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 121, 208
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 115; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:285.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 168-172; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:123, 125.
[10]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:355-369; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:126,129; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:125; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûti, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128-130.
[11]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:335; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:248; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:125; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûti, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128-130; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:248-249, 51.
[12]Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:258.
[13]Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:335-337; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:358; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 181.
[14]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:748; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:252.
[15]Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:255; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:325; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:337; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:242; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:252-271.
[16]eş-Şifâ (Tahkik: M. Emin Kara Ali ve ...), 1:598; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:246; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:341-342; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:118.
[17]Buharî, Menâkıbü’l-Ensâr: 35; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030.
[18]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:467; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:749; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:354.
[19]Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:131-134.
[2]Süyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 2:133; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:230; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 12:1254; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:101; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:105.
[3]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:244; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:89-90.
[4]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:328; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:740; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:388; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:95-96; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:187.
[5]Buharî, Bedü’l-Vahy: 3; Enbiyâ: 21; Ta’bîr: 1; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:304, no. 2846; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:743; Acurrî, eş-Şerîa, 443; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:217.
[6]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:742; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 140.
[7]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:744; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 121, 208
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 115; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:285.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 168-172; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:123, 125.
[10]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:355-369; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:126,129; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:125; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûti, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128-130.
[11]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:335; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:248; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:125; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:365; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûti, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128-130; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:248-249, 51.
[12]Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:258.
[13]Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:335-337; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:358; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 181.
[14]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:748; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:252.
[15]Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:255; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:325; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:337; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:242; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:747; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:252-271.
[16]eş-Şifâ (Tahkik: M. Emin Kara Ali ve ...), 1:598; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:246; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:341-342; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:118.
[17]Buharî, Menâkıbü’l-Ensâr: 35; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030.
[18]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:467; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:749; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:354.
[19]Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, 1:131-134.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.