|
Peygamberimizin (asm)
düşmanlarından muhafaza edilmesinin örneklerinden birkaç tanesini burada
sizinle paylaşacağız:
Hicret Yolculuğunda
Siyer ve hadis alimleri beraberce
haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Allah Resulü’nü (asm) öldürtmeye karar
verdiler... Hattâ, insan suretine girmiş bir şeytanın da onlara katılıp onlara
akıl vermesiyle, her kabileden en az bir adamın içinde bulunduğu kalabalık, bir
gece Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in emri ile Efendimizin (asm) evini bastılar. Allah
Resulü’nün (asm) yanında Hazret-i Ali (ra) vardı. Ona “Sen bu gece benim
yatağımda yat.” dedi. Allah Resulü (asm) Kureyş kabilesinin gelmesini
beklemiş. Geldiklerinde evin etrafını sardılar. Ardından Efendimiz (asm) evden
çıktı, bir parça toprağı evin etrafını tutan müşriklerin başlarına attı.
Hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti.[3] Evinden çıktıktan
sonra yolda mağaraya saklandılar. Orada da iki güvercin ve bir örümcek, bütün
Kureyş müşriklerine karşı ona nöbetçi olup düşmanlarından muhafaza ettiler.[4]
Yine hicret yolculuğu esnasında
saklandıkları mağaradan çıkıp Medine’ye doğru yol aldıkları vakit Kureyş
kabilesi reislerinin Peygamberimizi (asm) öldürmesi için bolca para
karşılığında tuttukları Sürâka ismindeki gayet cesur bir adam, izlerini takip
ederek yolda onlara yetişti. Arkadan kendilerine yetiştiğini gören Hazreti
Ebubekir (ra) telaşlanınca, Efendimiz (asm) ona mağara da dediği gibi “Üzülme!
Allah bizimle beraberdir.” diyerek cesaret verdi. Ardından Efendimiz (asm)
Sürâka’ya bir baktı; Sürâka’nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar
kurtuldu, yine takip etmeye başladı. Tekrar atının ayakları yere saplandı. Atın
ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıkıyordu. O vakit anladı ki,
Efendimize (asm), ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden ilişmek gelmez.“El-aman”
dedi. Allah Resulü (asm) ona aman verdi. Fakat dedi ki:“Git, öyle yap ki
başkası gelmesin.”[5]
Yine hicret esnasında bir çoban
onları gördükten sonra Kureyş Kabilesine haber vermek için Mekke’ye gitmiş.
Mekke’ye gittiğinde, niçin geldiğini unutmuş. Ne kadar hatırlamaya çalışmışsa,
başaramamış. Mecbur olmuş, geri dönmüş. Sonra yolda anlamış ki, ona
unutturulmuş.[6]
Seni Benim Elimden Kim Kurtaracak?
Pek çok sahih hadis kaynağından
bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında
kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile
reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı
başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üstünde kaldırıp “Seni
benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan
Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden,“Allah!..”
diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! dilediğin bir şeyle
beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaybtan gelen ve sırtına
çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı
Hazreti Muhammed’in (asm) eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi
seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni
kurtaracak kimse yok!..” der. Aman diler. Efendimiz (asm) daha
birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.
O adam kabilesinin yanına
dönünce, halini görenler hayrette kalır. “Ne oldu sana? Niçin bir şey
yapamadın?” diye o cesur adama sorarlar. O ise hadisenin detaylarını
anlatır: “Hâdise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından
geliyorum.”[7]
Hem şu hâdise gibi, Bedir
Savaşında da bir münafık, Allah Resulü’nün (asm) fark etmediği bir zamanda
kimse görmeden, tam arkasından kılıç kaldırıp vuracakken, birden Allah Resülü
(asm) ona bakmış. O titremiş ve kılıç elinden yere düşmüştür.[8]
Müşriklerin Saldırılarından Muhafaza Olunması
Pek çok sahih kaynakta manevi
tevatürle bize ulaşan ve pek çok tefsir aliminin Yasin Suresinde geçen “Biz
onların boyunlarına öyle halkalar geçirdik ki, çenelerine kadar dayanır da
hakka boyun eğmezler. Bir de önlerine bir sed, arkalarına bir sed çekip gözlerini
kapattık; artık hakkı görmezler.”[9] ayetinin iniş
sebebi olarak naklettikleri bir hadisedir.
Ebu Cehil yemin etmiş ki, “Ben
secdede Muhammed’i görsem, bu taşla onu vuracağım.” Büyük bir taş alıp
gitmiş. Secdede gördüğü vakit kaldırıp vurmak üzere iken, elleri yukarıda
kalmış. Allah Resulü (asm) namazı bitirdikten sonra kalkmış; Ebu Cehil’in eli,
ya Allah Resulü (asm) müsaade ettiğinden veya ihtiyaç kalmadığından çözülmüş.[10]
Hem yine Ebu Cehil kabilesinden,
bir rivayette Velid ibni Muğire isimli şahıs, yine Allah Resulü’nü (asm) vurmak
için büyük bir taşı alıp, secdede iken vurmaya gitmiş, gözü kapanmış. Allah
Resulü’nü (asm) Mescid-i Harâmda görmedi, geldi. Onu gönderenleri de
görmüyordu; yalnız seslerini işitiyordu. Tâ Allah Resulü (asm) namazdan çıktı;
ihtiyaç kalmadığından onun gözü de açıldı.[11]
Sahih kaynaklarda, Hazreti
Ebubekir’e (ra) dayandırılarak naklediliyor ki,: Tebbet Suresi nâzil olduktan
sonra, Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil denilen ve Tebbet Suresinde “Cehennem
oduncusu”[12] olarak
vasıflandırılan kadın, bir taş alıp Mescid-i Harâma gelmiş. Hazreti Ebubekir
(ra) ile Resulullah (asm) orada oturuyorlarmış. Ümmü Cemil’in gözü Hazreti
Ebubekir’i (ra) görüyor ama Resulullah’ı (asm) görmüyormuş. Hazreti Ebubekir’e
(ra) sormuş: “Yâ Ebâ Bekir! Senin arkadaşın nerede? Ben işitmişim ki beni
hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı ağzına vuracağım.” Yanında iken Hazreti
Peygamberi (asm) görmemiş.[13] Elbette, Allah’ın
muhafazasında olan bir Sultan-ı Levlâk’i, böyle bir Cehennem oduncusu, onun
huzuruna girip göremez. Haddine mi düşmüş?
Suikast Girişimleri
Sahih kaynaklarda naklediliyor
ki: Âmir ibni Tufeyl ve Erbed ibni Kays, ikisi ittifak ederek, Resulullah’ın
(asm) yanına gitmişler. Âmir demiş: “Ben onu meşgul edeceğim, sen onu
vuracaksın.” Amir dediğini yapmış, Resulullah’ı (asm) meşgul etmeye
başlamış, fakat Erbed’in bir türlü bir şey yapamadığını görmüş. Resulullah
(asm) gittikten sonra arkadaşına dedi:“Neden vurmadın?” Erbed
cevap vermiş: “Nasıl vuracağım? Ne kadar niyet ettim; bakıyorum ki,
ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?”[14]
Sahih kaynaklarda nakledilen bir
başka hadise de Uhud veya Huneyn Savaşı’nda vuku bulmuştur. Şeybe bin
Osmanü’l-Hacebiyye -ki, Hazret-i Hamza (ra) onun hem amcasını, hem pederini
öldürmüştü- intikamını almak için gizlice geldi. Tâ Resulullah’ın (asm)
arkasından vurmak üzere yalın kılıç kaldırdı. Birden kılıç elinden düştü.
Resulullah (asm) ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: “O
dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı.” Bu hadisenin
ardından imana geldi. Resulullah (asm) ona dedi ki: “Haydi, git, harp et.” Şeybe
dedi: “Ben gittim, Resulullah’ın (asm) önünde harp ettim. Eğer o vakit
pederim de rast gelseydi vuracaktım.”[15]
Hem Mekke’nin Fethi gününde,
Fedâle namında birisi, Allah Resulü’nün (asm) yanına, ona vurmak niyetiyle
geldi. Resulullah (asm) ona bakıp tebessüm etti. “Nefsinle ne konuştun?” dedi
ve Fedâle için Allah’tan bağışlanma diledi. Fedâle imana geldi ve dedi ki:“O
vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.”[16]
Bir defasında da Yahudiler,
suikast niyetiyle, Resulullah’ın (asm) oturduğu yere, üstünden büyük bir taş
atmak üzereyken, Resulullah (asm) o anda Allah’ın haber vermesiyle yerinden
kalkmış; o suikast de böylece boşa çıkmış.[17]
*
* *
Burada verdiğimiz misaller gibi
çok hâdiseler vardır. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve hadis imamları,
Hazret-i Aişe (r.anha)’den naklediyorlar ki: “Allah seni insanlardan
koruyacaktır.”[18] âyeti nâzil
olduktan sonra, Resulullah (asm) kendisini ara sıra muhafaza eden zâtlara
ferman etti ki: “Nöbet beklemenize lüzum yok. Benim Rabbim beni muhafaza
ediyor.”[19]
İşte, Mucizeler bölümümüzün,
başından buraya kadar verdiğimiz mucizeler gösteriyor ki, şu kâinatın her
nev’i, her âlemi, Resulullah’ı (asm) tanır ve Onunla alâkadardır. Kâinatta
yaşıyan her bir varlık nev’inde onun mu’cizeleri görünüyor. Demek, Resullah
(asm), Cenâb-ı Hakk’ın “kâinatın Hâlıkı” itibarıyla ve “bütün
mahlûkatın Rabbi” ünvanıyla memurudur ve resulüdür.
Evet, nasıl ki bir padişahın
büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse
onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer
meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle alakadar olur;
başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, vergi dairesi onu
bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın saltanatının bütün
dairelerinde, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife O’nu (asm)
tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü’l-Enbiyâ ve Rabbi’l-Âlemîn’in
Resulüdür (asm). Ve umum peygamberlerin üstünde, peygamberliğinin kapsamı
vardır.
___________________________________________
[1]Mâide, 5/67.
[2]Mâide, 5/67.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:269, no. 2009); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:228.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313, 349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:236; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:368, 637; Müsned, 1:248; San’ânî, el-Musannef, 5:389; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:179-181; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:52; et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5934; Merûzî, Müsnedü Ebû Bekir-i Sıddık, no. 73; Zeyle’î, Nasbü’r-Râye, 1:123; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:52-53, 7:27.)
[5]Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Zühd:75; İbni Hibban, Sahih, 65, 9:11.
[6]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:715.
[7]Buharî, Cihad: 84, 87, Mağâzî: 31, 32; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn: 311, no. 843; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347, 348; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:7-8; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:29-30.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:710.
[9]Yâsin, 36/8-9.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:241; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:227; Müslim, No. 2797; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, 3:42-43.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:242.
[12]Tebbet (Leheb), 111/4.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:233; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:353; İbni Hibban, Sahih, 8:152; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:361.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:249; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 5:318.
[15]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:183,184; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:157.
[16]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718.
[17]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:243; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:716; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 2:489-490.
[18]Mâide, 5/67.
[19]Tirmizî, 5:351, no. 3406; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 3049; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:313.
[2]Mâide, 5/67.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 4:269, no. 2009); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:228.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313, 349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:236; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:368, 637; Müsned, 1:248; San’ânî, el-Musannef, 5:389; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:179-181; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:52; et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5934; Merûzî, Müsnedü Ebû Bekir-i Sıddık, no. 73; Zeyle’î, Nasbü’r-Râye, 1:123; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:52-53, 7:27.)
[5]Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Zühd:75; İbni Hibban, Sahih, 65, 9:11.
[6]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:715.
[7]Buharî, Cihad: 84, 87, Mağâzî: 31, 32; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn: 311, no. 843; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347, 348; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:7-8; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:29-30.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:710.
[9]Yâsin, 36/8-9.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:241; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:227; Müslim, No. 2797; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, 3:42-43.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:351; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:242.
[12]Tebbet (Leheb), 111/4.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:349; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:233; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:353; İbni Hibban, Sahih, 8:152; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:361.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:249; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 5:318.
[15]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:183,184; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:157.
[16]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:353; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:248; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:718.
[17]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:243; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:716; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 2:489-490.
[18]Mâide, 5/67.
[19]Tirmizî, 5:351, no. 3406; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 3049; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:352; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:313.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.