Peygamberimizin
(asm) doğumundan önce ve doğumu esnasında, dünyaya gelişiyle irtibatlı olarak
meydana gelen harikulade hadiselerle, peygamberlik vazifesi verilmeden evvel
çocukluğunda ve gençliğinde meydana gelen hadiselerden, sahih kaynaklarda geçen
birkaç numuneyi burada nakledeceğiz:
Birincisi:
Peygamberimizin (asm) doğduğu gece, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan
Osman ibni Âs’ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf’ın annesinin gördükleri büyük
bir nurdur ki, üçü de demişler: “Doğumu esnasında biz öyle bir nur gördük
ki, o nur doğuyu ve batıyı bize aydınlattırdı.”[1]
Üçüncüsü:
İran’da hüküm süren Sasaniler devletinin kralı olan Kisrâ’nın ünlü sarayı,
Peygamberimizin (asm) doğduğu gece sallanarak tahrip olmuş ve on dört şerefesi
düşmüştür.[3]
Dördüncüsü:
Mecusiler tarafından kutsal sayılan Sava Gölü, Peygamberimizin (asm) doğduğu
gece yere batmıştır.[4]
Beşincisi:
İstahrâbâd’da bin senedir yanması devam ettirilen ve söndürülmeyen, Mecusîlerin
taptıkları ateş, Peygamberimizin (asm) doğduğu gece sönmüştür.[5]
İşte yukarıda naklettiğimiz
hâdiseler işaret ediyor ki, o yeni dünyaya gelen Zât (asm), ateşperestliği
kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, Allah’ın izni ile olmayan
şeylerin kutsal sayılmasını men edecektir.
Altıncısı:
Peygamberimizin (asm) doğumuna elli iki gün kala meydana gelen ve Kur’an’da da
Fil suresinin nazil sebebi olan meşhur Fil hadisesidir. Kâbe’yi tahrip etmek
için, Habeş Krallığına bağlı Ebrehe namında Yemen Valisi gelip, Mahmud
ismindeki büyük bir fili öne sürerek Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye doğru yola
çıkmış. Mekke’ye yaklaşınca fil artık yürümemiş. Ne yapmışlarsa fili hareket
ettirememişler. Ardından ebâbil kuşları üzerlerine taş yağdırarak orduyu mağlûp
etmiş ve kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu hadise, tarih kitaplarında
detaylarıyla anlatılmakla beraber çok meşhurdur. İşte şu hâdise, Resulullah’ın
(asm) peygamberliğinin delillerindendir. Çünkü doğumuna pek yakın bir zamanda,
kıblesi ve memleketi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika
bir şekilde, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.[6]
Yedincisi:
Allah Resulü’nün (asm), küçüklüğünde süt annesi Hazreti Halime’nin yanında
iken, Hazreti Halime ve eşinin naklettikleri üzere, güneşten rahatsız olmamak
için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler. Başka
insanlara da söyledikleri ve pek çok insan tarafından bilinen bu hadise
sıhhatle şöhret bulmuştur.[7]
Sekizincisi:
Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Rahip Bahîra’nın
ifadesiyle bir parça bulut Resulullah’ın (asm) başına gölge ettiğini görmüş ve
kafiledekilere göstermiş.[8]
Dokuzuncusu:
Hem yine peygamberlik vazifesi verilmeden evvel, Resulullah (asm), bir defa
Hazreti Hatice’nin (r.anha) Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği
zaman, Hazreti Hatice (r.anha), Resulullah’ın (asm) başında iki meleğin bulut
tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere’ye bu hadiseyi
söylemiş. Meysere de Hazreti Hatice’ye (r.anha) demiş: “Ben bütün seferimiz
boyunca öyle görüyordum.”[9]
Onuncusu:
Sahih kaynaklarda nakledilir ki, Resulullah’a (asm), peygamberlik vazifesi
verilmeden evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru iken, birden yeşillendi.
Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yaptı.[10]
On Birincisi:
Allah Resulü (asm) annesinin vefatından sonra önce dedesinin yanında, ardından
o da vefat edince amcası Ebu Talib’in yanında kalmaya başlamıştı. Ebu Talib,
çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit
yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.[11] Şu hâdise hem
meşhurdur, hem doğruluğu kesin bir hadisedir.[12]
On İkincisi:
Hem Resulullah’ın (asm) küçüklüğünde O’na bakan dadısı Ümmü Eymen demiş: “Hiçbir
vakit Resulullah açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de
büyüklüğünde...”[13]
On Üçüncüsü:
Süt annesi Hazreti Halime’nin yanına gitmesi ile başlayıp yanında kaldığı
sürece malı ve keçilerinin sütü, kabilesindekilerin tersine olarak çok
bereketlenmiş ve artmıştır. Bu hadiseler de hem meşhurdur, hem de doğruluğunda
şüphe yoktur.[14]
On Dördüncüsü:
Sinekler Peygamberimizin (asm) mübarek vücuduna veya elbisesine konup O’nu
rahatsız etmezdi.[15] Hatta O’nun (asm)
neslinden gelen Seyyid Abdülkàdir-i Geylânî (k.s.) hazretlerinin de vücuduna
sinek konmadığı bazı kaynaklarda yer almıştır.[16]
On Beşincisi:
Resulullah (asm) dünyaya geldikten sonra, özellikle de doğduğu gece,
yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır[17] ki, şu hâdise,
şeytan ve cinlerin sema alemlerindeki gaybî haberleri dinlemelerinden men
edilmesine işarettir. İşte, madem Resulullah (asm) vahiyle dünyaya çıktı;
elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin, gaibden haber
verenlerin ve cinlerin haberlerine set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe
düşürmesinler ve naklettikleri vahiye benzemesin. Evet, peygamberlik verilmeden
evvel kâhinlik çoktu; Kur’ân nâzil olduktan sonra onlara son verdi. Hattâ çok
kâhinler imana geldiler. Çünkü Kur’an indikten sonra cinlerden olan haberciler
vazifelerini yapamadıklarından kahinlerin kaynakları kesilmişti.
*
* *
Netice olarak deriz ki:
Resulullah’ın (asm) peygamberliğinden evvel, O’nun davasını tasdik eden ve
peygamber olacağını gösteren pek çok hadiseler olmuştur. Evet,
·
ve dünyanın mânevî
şeklini değiştirecek
·
ve dünyayı âhirete
mezraa yapacak
·
ve dünyanın
mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek
·
ve cinlere ve
insanlara ebedi saadet için yol gösterecek
·
ve fâni varlıkları
ebedî idam gibi görünen ölümün hakiki mahiyetini anlatarak onları kurtaracak
·
ve dünyanın
yaratılışının hikmetini anlatarak bütün insanlığı meşgul eden muammaları açacak
·
ve Hâlık-ı Kâinatın
maksatlarını bilip ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir
zât,
Elbette daha gelmeden her şey,
her tür varlık, her canlı O’nun (asm) geleceğini sevecek ve bekleyecek ve
karşılamak isteyecek ve gelişini alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse
o da bildirecek. Nitekim diğer bölümlerde naklettiğimiz rivayetlerde gördük ki,
mahlûkatın herbir türü, onu en güzel bir karşılamayla mucizelerini
gösteriyorlar, mucizeler lisanıyla peygamberlik davasını tasdik ediyorlar.
___________________________________________
[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ,
1:466; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:311;
Ahmedü’l-Bennâ es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030.
[2]Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:19.
[3]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:126; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128, 2:272.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:127; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ali el-Kari el-Mekkî, el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevzû’ “el-Mevdûâtü’s-Suğrâ” (tahkik: Ebû Ğudde), s. 18.
[6]İbni Hişâm, es-Siratü’n-Nebeviyye, 1:44-54; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:90-92; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:144-151; İbni Kesîr, el-Bidâye, 2:157-160.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:65.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166.
[12]İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:119, 120; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166; Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, 1:205.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:752; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:125.
[14]Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:220-221; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:313.
[15]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:109.
[16]Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 2:203.
[17]Mecmeu’z-Zevâid, 8:220; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, 1:207, 208.
[18]Evet, “Ey Habibim! Sen olmasan bu kainatı yaratmazdım.” kudsi hadisine mazhar olan Sultanımız Efendimiz Hazreti Muhammed (asv), öyle bir reistir ki, on dört asırdır saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda en az üç yüz elli milyon tabisi ve halkı vardır. Dünyanın yarısını İslam bayrağı altına almış; ve ümmeti mükemmel bir teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla bağlılık yeminlerini tazeleyerek emirlerine itaat ediyorlar.
[2]Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:19.
[3]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:126; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128, 2:272.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:127; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ali el-Kari el-Mekkî, el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevzû’ “el-Mevdûâtü’s-Suğrâ” (tahkik: Ebû Ğudde), s. 18.
[6]İbni Hişâm, es-Siratü’n-Nebeviyye, 1:44-54; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:90-92; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:144-151; İbni Kesîr, el-Bidâye, 2:157-160.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:65.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166.
[12]İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:119, 120; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166; Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, 1:205.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:752; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:125.
[14]Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:220-221; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:313.
[15]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:109.
[16]Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 2:203.
[17]Mecmeu’z-Zevâid, 8:220; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, 1:207, 208.
[18]Evet, “Ey Habibim! Sen olmasan bu kainatı yaratmazdım.” kudsi hadisine mazhar olan Sultanımız Efendimiz Hazreti Muhammed (asv), öyle bir reistir ki, on dört asırdır saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda en az üç yüz elli milyon tabisi ve halkı vardır. Dünyanın yarısını İslam bayrağı altına almış; ve ümmeti mükemmel bir teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla bağlılık yeminlerini tazeleyerek emirlerine itaat ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.