|
Nasıl ki taşlar,
ağaçlar, ay, güneş Resulullah’ı (asm) tanıyorlar, birer mu’cizesini göstermekle
O’nun (asm) peygamberliğini tasdik ediyorlar, öyle de hayvanlar taifesi de
Resulullah (asm) ile alakadardır ve mazhar oldukları çeşitli mucizelerle O’nun
(asm) davasını tasdik etmişlerdir. Bu konuda sahih kaynaklardan bize ulaşan pek
çok mucize vardır. Numune olarak birkaç tanesini burada nakledeceğiz:
Mağara Muhafızları
Çok farklı ve güvenilir
kanallardan bize ulaşan güvercin ve örümcek mucizesidir. Allah Resulü (asm) ile
sadık dostu Hazreti Ebu Bekir (ra), hicret yolculuğunda müşriklerin takibinden
kurtulmak için sığındıkları mağaranın kapısında iki nöbetçi gibi, iki güvercin
gelip beklemeleri ve örümceğin de harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara
kapısını örtmesidir. Hattâ, Kureyş müşriklerinin önde gelenlerinden Übeyy ibni
Halef mağarayı görünce arkadaşlarının “Mağaraya girelim.”
tekliflerine “Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazreti Muhammed
doğmadan bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Adam olsa
orada dururlar mı?” diye cevap vermiştir.[1]
Mübarek Güvencinler
Yukarıda naklettiğimiz mağara
muhafızı güvercin gibi, Mekke’nin Fethi’nde de yine güvercinlerin Allah
Resulü’nün (asm) başı üzerinde gölge yaptıklarını, İmam-ı Celîl ibni Veheb
naklediyor.[2]
Aynı şekilde sahih kaynaklardan
nakledildiği üzere Hazreti Aişe validemiz haber veriyor ki: Güvercin gibi,
evcil bir kuş evimizde vardı. Allah Resulü (asm) evde olduğu zaman, hiç hareket
etmeden dururdu. Ne zaman Allah Resulü (asm) evden çıksa, o zaman kuş sürekli
olarak hareket etmeye başlardı. Demek o kuş, Allah Resulü’nü (asm) dinliyordu,
huzurunda temkinle ve sessizce beklerdi.[3]
Konuşan Kurt
Beş altı farklı kaynaktan, meşhur
sahabelere dayanılarak bize nakledilen meşhur kurt hadisesidir. Ebu
Saidi’l-Hudrî, Seleme ibnü’l-Ekvâ, İbni Ebî Veheb, Ebu Hüreyre ve bu olaya
şahit olan çoban Uhban gibi farklı raviler haber veriyorlar ki:
Bir kurt, bir çobanın sürüsündeki
keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Kurt çobana demiş:
“Allah’tan
korkmadın mı, benim rızkımı elimden aldın?”
Çoban kurdun konuşması üzerine şaşırarak,
“Acayip, kurt konuşur mu?” diye
mukabelede bulunmuş. Bunun üzerine kurt ona demiş:
“Acayip senin
halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki, sizi Cennete davet
ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.”
Bu haberi bize nakleden bu
sahabeler kurdun konuştuğunu haber veriyorlar. Bu sahabelerden Ebu Hüreyre’nin
rivayetinde naklediliyor ki: Çoban kurda demiş:
“Ben gideceğim. Fakat kim benim
keçilerime bakacak?” Kurt
“Ben bakacağım.”
demiş.
Çoban ise, çobanlığı kurda
devredip gelmiş, Allah Resulü’nün (asm) yanına gidip O’nu görmüş, iman etmiş,
sonra geri dönmüş. Kurdu bıraktığı gibi sürüsüne çobanlık yaparken bulmuş. Ona
mükafat olarak bir keçi kesip vermiş, çünkü kurt ona üstatlık etmiş.[4]
Başka bir rivayette de, Kureyş’in
reislerinden Ebu Süfyan ile Safvan bir kurdu görürler. Kurt bir ceylanı takip
edip Kabe’ye girer. Kurt dönmüş; sonra şaşırmışlar. Kurt konuşmuş,
Peygamberimizin (asm) peygamberliğini haber vermiş. Ebu Süfyan, Safvan’a demiş
ki:
Mucizeye Mazhar Develer
Beş altı farklı kaynaktan, mühim
sahabelere dayandırılarak nakledilen bir deve hâdisesidir. Ebu Hüreyre, Sa’lebe
bin Mâlik, Câbir ibni Abdullah, Abdullah ibni Cafer, Abdullah ibni Ebî Evfa
gibi farklı kaynaklardan ve o kaynakların başındaki sahabeler beraber haber
veriyorlar ki:
Bir deve Allah Resulü’nün (asm)
yanına gelmiş ve secde edip, yanında çökmüş. Bazı farklı kaynaklarda da,
devenin bir bağda kızdığı, yanına kimseyi sokmadığı ve hücum eder bir haldeyken
Allah Resulü (asm) onun bulunduğu yere geldiği bir vakitte, devenin Efendimizin
(asm) yanına gelip, secde ettiği ve sonra da yanında çöktüğü nakledilir.
Allah Resulü (asm) deveye yular
taktı. Deve, Allah Resulü’ne (asm) “Beni çok meşakkatli şeylerde
çalıştırdılar; şimdi de beni kesmek istiyorlar. Onun için kızdım.” diye
şikayette bulundu. Allah Resulü (asm) devenin söylediklerini, sahibine söyledi:
“Böyle midir?”, deve sahibi de itiraf ederek “Evet” dedi.[6]
Allah Resulü’nün (asm) Adbâ
ismindeki devesi, Efendimizin (asm) vefatından sonra üzüntüsünden ölünceye
kadar ne yedi, ne içti.[7] Hem o deve, Allah
Resulü (asm) ile mühim bir hadiseyi konuştuğunu, Ebu İshak-ı İsferanî gibi bazı
mühim imamlar haber vermişler.[8]
Sahih kaynaklarda, Hazreti Cabir
ibni Abdullah’dan nakledilir ki; Hazreti Câbir’in devesi, bir seferde çok
yorulmuştu, daha yürüyemiyordu. Allah Resulü (asm) o deveyi hafifçe dürttü. O
deve, Efendimizin (asm) dokunması iltifatına mazhar olduktan sonra o kadar bir
çeviklik, bir sevinçlik gösterdi ki, daha hızından dizgini zapt edilmiyor,
yolda yetişilmiyordu.[9]
Mucizeye Mazhar Olan Mübarek Atlar
Başta İmam-ı Buharî ve diğer
hadis imamları olmak üzere nakledilir ki:
Bir defa, gecede, Medine-i
Münevvere’nin dışından, düşman hücum ediyor gibi mühim bir hâdise etrafa
yayıldı. Sonra cesur atlılar çıktılar, gittiler. Yolda birisinin atla geldiğini
gördüler. Biraz yaklaşınca gelenin Allah Resulü (asm) olduğunu anladılar.
Efendimiz (asm) gelince, “Korkacak bir şey yoktur.” diyerek korku
içindeki halkı sakinleştirdi. Bu hadise etrafa yayılınca Efendimiz (asm)
kahramanca herkesten evvel Ebu Talha’nın atına binip, gidip Medine çevresini
araştırıp dönmüştü. Daha sonra Ebu Talha’ya“Senin atın, sarsmadan, gayet
çabuk hareket eden bir attır.” demiştir. Halbuki, Ebu Talha’nın atı,
atların katuf denilen, yürüyüşsüz türündendi. O geceden sonra, hiçbir at ona
karşı yürüyüşte yetişemiyordu.[10]
Hem sahih kaynaklardan nakledilir
ki, bir defa Resulullah (asm) yolculuk esnasında, namaz kılmak istediğinde
atına “Dur!” diye emretti. O da durdu, namaz bitinceye kadar hiç hareket
etmedi.[11]
Allah Resulü’nü (asm) Tanıyan Aslan
Allah Resulü’nün (asm) hizmetinde
bulunan Sefine, Resulullah’ın (asm) emri üzerine Yemen Valisi Muaz ibni
Cebel’in yanına gitmek için yolculuğa çıkmış. Yolda bir arslan rast gelmiş.
Sefine aslana “Ben Allah Resulü’nün (asm) hizmetkârıyım.” deyince,
arslan bir şey yapmadan ayrılmış, Sefine’ye karışmamış. Bu mucizeyi haber veren
bir başka kaynakta da Sefine’nin dönüş yolculuğunda yolunu kaybettiği ve
karşılaştığı bir arslanın ona yolu gösterdiği nakledilir.[12]
Şehadet Eden Bazı Hayvanlar
Hazret-i Ömer’den (ra)
naklediliyor ki: Allah Resulü’nün (asm) yanına bir bedevî geldi. Elinde bir
kertenkele vardı. Bedevi “Eğer bu hayvan sana şehadet etse ben sana iman
getiririm, yoksa iman getirmem.” dedi. Allah Resulü (asm) o hayvana
kendisinin kim olduğunu sordu. O hayvan da açık bir dille, peygamberliğini ilan
etti, şehadet getirdi.[13]
Hem müminlerin annesi Ümmü Seleme
(r.anha) haber veriyor ki: Bir ceylân Allah Resulü (asm) ile konuşmuş ve
nübüvvetine şehadet etmiştir.[14]
Burada naklettiklerimiz gibi
sahih kaynaklarda geçen çok misaller vardır. Biz sadece bu misallerden meşhur
birkaç tanesini naklettik. Bu mucizeleri naklettikten sonra Allah Resulü’nü
(asm) tanımayana ve itaat etmeyene deriz ki:
“Ey insan, ibret
al! Kurt, arslan, Allah’ın Elçisini (asm) tanıyor ve O’na itaat ediyorlar.
Senin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışman gerekmez mi?”
_________________________________________________
[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ,
1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:368; Müsned, 1:248; San’ânî, el-Musannef,
5:389; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:179-181; el-Heysemî,
Mecmeu’z-Zevâid, 7:27; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:52;
et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5934; Merûzî, Müsnedü Ebû Bekir-i Sıddık,
no. 73; Zeyle’î, Nasbü’r-Râye, 1:123; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:52-53.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:309; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:403.
[4]Müsned, 3:83, 88; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 15:202-203, no. 8049 ve 11864, 11867; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:467; İbni Hibban, Sahih, 8:144; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:291-292; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:240; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:141.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:311; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:84.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 4:173; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:4; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:50-51; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:87, İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:135. el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Sahîha, 485; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:99, 100, 618.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313.
[8]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[9]Müslim, Müsâkat: 109, no. 715; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:145.
[10]Buharî, Cihad: 46, 82; Edeb: 39; Müslim, Fezâil, 48, no. 2307; İbni Mâce, Cihad: 9; Ebû Dâvud, Edeb: 87, no. 4988; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: no. 1685, 1686, 1687.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:315; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:95.
[12]Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:199, no. 5949; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:606; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:125, no. 4127; el-Heysemî, Mecmeu’z Zevâid, 9:366-367; Ebû Na’îm, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:368-369; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:147.
[13]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:293-294; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:358; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:149-160; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:314; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:91; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:309; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:403.
[4]Müsned, 3:83, 88; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 15:202-203, no. 8049 ve 11864, 11867; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:467; İbni Hibban, Sahih, 8:144; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:291-292; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:240; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:141.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:311; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:84.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 4:173; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:4; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:50-51; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:87, İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:135. el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Sahîha, 485; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:99, 100, 618.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313.
[8]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[9]Müslim, Müsâkat: 109, no. 715; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:145.
[10]Buharî, Cihad: 46, 82; Edeb: 39; Müslim, Fezâil, 48, no. 2307; İbni Mâce, Cihad: 9; Ebû Dâvud, Edeb: 87, no. 4988; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: no. 1685, 1686, 1687.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:315; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:95.
[12]Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:199, no. 5949; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:606; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:125, no. 4127; el-Heysemî, Mecmeu’z Zevâid, 9:366-367; Ebû Na’îm, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:368-369; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:147.
[13]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:293-294; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:358; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:149-160; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:314; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:91; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.