Hem Kur’an’ın hem de bütün sahih
hadis ve tarih kaynaklarının haber verdikleri; Peygamberimizin (asm) en büyük
mucizelerinden birisi de İsra ve Miraç mucizesidir. Biz burada ilk önce
Kur’an’daki ilgili ayetlerden ve sahih kaynaklardaki hadislerden ve rivayetlerden
İsra ve Miraç mucizesinin nasıl gerçekleştiğini anlatacak, ardından ise bu
mucize ile ilgili akla gelebilecek bazı soruların cevaplarını vereceğiz.
Kelime anlamı olarak “isra”,
gece yürüyüşü, gece yolculuk etmek[1], “miraç” ise yükselmek, yükseğe
çıkmak anlamlarına gelmektedir.[2] İsrâ ve Mirac hadisesi, Efendimizin (asm)
peygamberliğinin on ikinci yılında[3], Mekke’de vuku bulmuştur.[4]
Hadise özetle şöyle cereyan etmiştir:
Receb ayının 27. Gecesi[5] Cenab-ı Hakk’ın daveti üzerine Cebrail
Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Haram’dan
Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmiştir.
İsra ve miraç mucizesinin nasıl
gerçekleştiği Kur’an’da, İsra ve Necm surelerinde anlatılmıştır. İlgili ayetler
şöyledir:
“Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim
diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O!
Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.”[6]
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı.
Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da
vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı.
Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu
bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü. Ki, onun
yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü
ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en
büyüklerini gördü.”[7]
Miraç nasıl oldu?
Hazreti Peygamber (asm) Mescid-i
Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet
bineği olan Burak ile geldi.[8] Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz.
Musa'nın (as) makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,[9] daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.[10]Orada içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa
ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu
kendisini karşıladı.[11] Hazreti Muhammed (asv) bu peygamberlere
imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.[12]
Bu hadiseden sonra Hazreti
Peygamber’e (asm) iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarap, diğerinde süt
vardı.[13] “Bunlardan hangisini istersen,
al!" denildi.[14] Peygamberimiz (asm) sütü seçti.[15] Cebrail (as), Peygamberimiz’e (asm): "Sen
fıtratı seçtin[16], eğer sen şarabı almış olsaydın,
senden sonra ümmetin azardı.[17]Sütü tercih etmekle sen de fıtrata
yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. Şarap size haram kılındı!”
dedi.[18]
Semanın bütün tabakalarına
uğradı.[19] Sırasıyla yedi sema tabakalarında
bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz.
Musa ve Hz. İbrahim (Aleyhimüsselam ecmain) gibi peygamberlerle görüştü, Onlar
kendisine “Hoş geldin!..” dediler, tebrik ettiler.[20] Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyaret
ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.[21]
Bundan Sonra Hz. Cebrail (as) ile
birlikte sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.[22] Sidretü’l-müntehâ; kökü altıncı kat
gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri
ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar,
bir ağaçtır.[23]
Refref ve Öteler Ötesindeki Buluşma
Cebrail (as), Peygamberimiz’i
(asm) yukarı götüre götüre, nihayet (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin
cızırtılarını işitecek kadar yüksek bir yere çıkardı.[24] Peygamberimiz (asm); cennetten, yemyeşil
bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını gördü. Peygamberimiz (asm),
onun (Refref’in) üzerine oturdu.[25] Cebrail (as), Peygamberimiz’den (asm)
ayrıldı. Peygamberimiz (asm); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip
yaklaştırıldı.[26]
Peygamberimiz (asm), Yüce
Rabbinin: "Korkma ya Muhammed, Yaklaş!" buyruğunu işitmeye
başladı. Nihayet, hiçbir kimsenin hiçbir zaman erişememiş olduğu yakınlık
makamına, İlahî kabule, İlahî ikram ve ihsana nail oldu![27] İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre,
Peygamberimiz (asm): "Ben, Yüce Rabbimi gördüm!" buyurmuştur.[28]
Peygamberimiz (asm) Miraç’ta
Cenab-ı Hakk’a selam yerine bütün mahlukatın ibadetlerini hediye etmiştir.
Efendimizin (asm) Cenab-ı Hak ile olan bu konuşması bütün müminlerin miracı
olan namazlarında okudukları tahiyyatın sözlerinden oluşmaktadır. Bu konuşmanın
meali şöyledir:
Peygamberimiz (asm) Cenab-ı
Hakk’a hitaben:
“Bütün tahiyyeler, bütün mübarek
şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur.”[29] şeklinde hitab
vermiştir. Bunun anlamı“Bütün varklıkların halleriyle ve dilleriyle yapmış
oldukları ibadetleri ve tesbihlerini, bütün çekirdekler ve nutfeler gibi
mübarek şeylerin fitri mübarekliklerini ve tesbihlerini, bütün insanlar gibi
şuurlu varlıkların ibadetlerini ve bütün peygamberler ve kamil insanlar olan
evliyaların, asfiyaların ibadetlerini ve tesbihlerini onların namına sana
hediye ediyorum; sana mahsustur.” demektir.
Bu selamın üzerine Cenab-ı Hak da
Resulüne (asm): “Selâm olsun sana ey Peygamber!” şeklinde mukabele de
bulunmuştur. Bunun üzerine Allah Resulü (asm) de: “Bize ve Allah’ın salih
kullarına selâm olsun.” şeklinde cevap vermiştir. Bu konuşmaya
sidretü’l-müntehada tanık olan Cebrail (as) da Allah’ın şahitlik etmesini
emretmesi üzerine “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Ve
Muhammed’in (asv), Allah’ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.” diyerek
şehadet etmiştir.[30]
Miraç’ta cereyan eden bu
karşılıklı sohbetteki sözlerin, müminlerin miracı hükmünde olan namazda
okunması sünnettir. Bu şekilde her mümin bütün şuurlu ve şuursuz mahlukatın
ibadetlerini kendi ibadeti içerisinde Cenab-ı Allah’a takdim etme şerefine
ulaşmış olur.
Mirac’ta Peygamberimize Verilenler
Peygamberimiz’e (asm) Mirac
mülakatı sonunda şu üç şey verildi:
1. Elli
vakit namaz sevabına denk, beş vakit namaz verildi.
2.
Bakara sûresinin son iki âyeti verildi.
3.
Peygamberimiz’in (asm) ümmetinden olup da, Allah'a şerik koşmayanlardan
mukhimat (büyük günahlar) bağışlandı.[31]
Nitekim bir hadiste bu hediyeler
şöyle ifade edilmiştir: “…Miraçta Hz. Peygamber (a.s.m)’e şu üç şey verildi:
Beş vakit namaz verildi, Bakara Suresinin son kısmı (Amenerresul) verildi ve bu
ümmetten Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu
(söz verildi).” (bk. Müslim, İman, 279).
Bu müjde hiç bir müminin
cehenneme girmeyeceği anlamında değildir. Her günahın affedilebileceğini ve
eğer günahkar olsa bile iman ile ölmüşse cehennemde ebedi kalmayacağını
bildirmektedir.
Sevabı günahlarından çok olan
müminler direk cennete gideceklerdir. Günahı ağır basanlar ise, bu günahlardan
temizlenmek için cehennemde bir müddet kaldıktan sonra tekrar cennete
gireceklerdir.
Yüce Allah:
"Yâ Muhammedi Bu namazlar,
her gün ve gecede, beş namazdır! Amma, her namaz için, on sevab vardır! Bu,
yine, elli namaz demektir.[32]
Her kim, bir hayr işlemek ister
ve onu yapmazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevab yazılır,
yaparsa on sevab yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak
ister, onu yapmazsa, ona bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa, bir günah
yazılır!" buyurdu.[34]
Bakara sûresinin son iki ayetinde
de, meâlen şöyle buyurulur:
"O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene
iman etti, mü'minler de (iman ettiler).
Onlardan her biri:
Allah'a,
Allah'ın meleklerine,
Allah'ın kitablarına,
Allah'ın peygamberlerine inandı. Peygamberlerin
hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)
Dinledik! (Emrine) itaat ettik!
Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!
Son varış(ımız) ancak Sanadır! dediler.
Allah, hiçbir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını
yüklemez.
(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi yararınadır.
Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.
Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup
sorguya çekme!
Ey Rabbimiz! Bizden önceki(ümmet)lere yüklediğin gibi,
üstümüze ağır bir yük yükleme!
Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi, bize yükleme!
Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla! Bizi
affet! Bizi esirge!
Sen bizim Mevlâmızsın!
Peygamberimiz (asm), bir gün:
"İnsanı helake sürükleyen
yedi şeyden sakınınız!" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallah! Nedir bu
tehlikeli şeyler?" diye sordular.
Peygamberimiz (asm):
“Allah'a şerik koşmak,
Sihir (büyü) yapmak,
Yüce Allah'ın öldürülmesini haram
kıldığı nefsi, haksız yere öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek,
Savaş meydanından kaçmak,
Zinadan korunan, böyle bir şey
hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmektir!"
buyurdu.[37]
Peygamberimiz’e (asm) Cennetin Gösterilişi
Yüce Allah, Peygamberimiz’e (asm)
vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (asm), Cebrail (as) tarafından
cennete götürüldü.[38]
İnciden, yakuttan, zebercetten,..
köşkler,[40] cennetin toprağını da, misk kokar bir
halde buldu.[41] Peygamberimiz (asm), cennette; iki
yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler (kubbeli evler) dizili bir ırmak da
gördü[42] ki, inci, yakut çakılları ve misk üzerinde
akıp gidiyordu.[43]
Peygamberimiz (asm): "Ey
Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. Cebrail (as): "Bu, sana Yüce
Allah'ın vermiş olduğu Kevser ırmağıdır!" dedi. Kevser ırmağının suyu
da, baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi.[44]
Peygamberimiz’e (asm) Cehennemin Gösterilişi
Peygamberimiz (asm); dünya
semasında kendisini güler yüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç
gülmeyen, cehennemin bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.
Peygamberimiz (asm), onun kim
olduğunu Cebrail (as)’dan sorup öğrenince, Cebrail (as)’a:
"Cehennemi bana göstermesini
ona emretmez misin?" diye sormuştu.
Cebrail (as) da:
"Olur!" diyerek,
cehennemin bekçisi Malik'e: "Ey Malik! Muhammed’e (asm) cehennemi
göster!" demişti.
Malik; cehennemin üzerinden
örtüsünü açınca, cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz
(asm) onun gördüğü her şeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail
(as)’a:
"Ey Cebrail! Malik'e emret
de, onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.
Cebrail (as) da, cehennemi yerine
çevirmesi için, Malik'e emretti. O da, cehenneme:
"Sakin ol!"
dedi.
Peygamberimiz (asm); cehennemdeki
susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki
azaplardan daha bazılarını da gördü.[46]
Peygamberimiz (asm), bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Eğer benim bildiğimi sizler
de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!"[47]
Peygamberimiz’in (asm) Mekke'ye Dönüşü
Peygamberimiz (asm), Mekke'ye
dönmek üzere, Beytü'l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak'a binip
Mekke'ye döndü. Peygamberimiz AIeyhisselamın İsrâ ve Miracı, bir gece içinde,
yatsı namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu.[48]
Abdulmuttalib Oğullarının Peygamberimiz’i (asm)
Aramaya Çıkışları
Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve
Mirac gecesinde, Peygamberimiz (asm)’ı bulamayınca, aramaya çıkmışlardı.
Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar
gitti. Oralarda, yüksek sesle:
"Yâ Muhammed! Yâ
Muhammed!" diyerek bağırdı.
Peygamberimiz (asm): "Lebbeyk!
= Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen
kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?" dedi.
Peygamberimiz (asm):
"Beytü'l-Makdis'e
gittim." buyurunca, Hz. Abbas:
"Bu gecenin içinde mi?"
diye sordu. Peygamberimiz (asm):
"Evet. Bu gecenin içinde
gidip geldim!" buyurunca, Hz.
Abbas:
"Her halde, senin başına
ancak hayır gelmiş olmalıdır!" dedi. Peygamberimiz
(a.s.):
Sabah olunca Kabe'nin yanında
Mekkelilere Miraçı anlattı.[50] Onlar Peygamberimiz (asm)’den delil
istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam da onlara yolda gördüğü
kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke
dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber
verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.[51]
Ama yine de Peygamberimiz
(asm)’den üst üste Miraç’a çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz
Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca
Kureyşliler,“Bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip
gelebilir?” diye itiraz ettiler; ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş
olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye
Peygamberimize (asm) soru yönelttiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam
şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve
sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim.
Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak
her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı
var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım.
Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya
ve anlatmaya başladım.”
O esnada Hz. Ebû Bekir (ra)
çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir (ra), “Eğer
bu sözleri ondan duymuşsanız şeksiz şüphesiz doğrudur.” diyerek hemen
tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir (ra) “Sıddîk, tereddütsüz inanan”
unvanını aldı.[53]
Peygamberimiz (asm) Mirac’a Neden Çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması
vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesidir.
Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak,
emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet
etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı
Hakk’ın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i,
diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakk’ın bazı
velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü
Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte,
kâinatın Rabbine, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakk’ın sohbetine
müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtu
Vesselamın elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk’a, diğeri de Hakk’tan
halka. Birisi Mirâcın bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri
tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktı; başta insanlar olmak
üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak
(askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan,
insanlardan, varlıklardan Hakk’a bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakk’ın biz
kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir.
İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi
gibi...
Peygamberimiz (asm), Allah ile Nasıl Görüşebilir?
Soru: “Bize
her şeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakk’a binlerce senelik mesafeyi aşarak,
yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbi ile görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak her şeye her şeyden
daha yakındır, fakat her şey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı
olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle
konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna
olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150.000.000 km.
uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece
yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım; bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek
anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır.
Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bir anda
binlerce perdeyi geçerek Miraç’a yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak
huzura varmıştır.
Bir İnsan Nasıl Göklere Çıkabilir?
Soru: “Bunun
bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10.000-15.000 metre yukarı çıkabiliyor,
bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika
gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?”
Yerküremiz, yani Dünyamız
yaklaşık yüz seksen saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin
senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan
taşı gibi döndüren bir kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin
çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet, bir insan bedenini
şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz (asm) Sadece Ruhuyla Gitse Olmaz mıydı?
Soru: "Öyleyse
neden Miraç’a çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez
miydi?"
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen
âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini
gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini bildirmek
için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür.
Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi
gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü,
işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği
gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan
mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni
ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve
acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha
arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa
Cennetü'l-Me'vâ'nın gövdesi olan sidretü'l-müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü
Vesselamın bedeninin ruhuna arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz (asm) Miraç’a
sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve
kalben o âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz (asm) Kısa Zamanda Nasıl Gidip Geldi?
Soru: "Birkaç
dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?"
Cenab-ı Hakk’ın sanatında hareket
ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin
hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin
hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin
hızı 340 m/sn'dır.
Acaba Peygamberimizin (asm) lâtif
bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa
bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü
rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir
gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki
kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne
geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz
Aleyhissalâtü Vesselam, şimşek gibi Kudüs’e gider. Oradan da bütün kâinatı
gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbi ile sohbet şerefine erer, Onun cemalini görür,
emirlerini alıp dönüp gelir.
Miraç’ın Benzeri Bir Olay Var mıdır?
Soru: "Peygamberimizin
(asm) Miraç’a çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir
benzeri var mı ki kabul edelim?"
Miraç’ın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı,
astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit
Miraç ile kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî
sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi
bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâ’ya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan
melekler bir anda yerden Arş’a, Arş’tan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, cennet ehli müminler,
cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki,
bütün evliyanın sultanı, bütün müminlerin imamı, bütün cennet ehlinin reisi ve
bütün meleklerin makbulü olan Peygamber Efendimizin (asm) bir anda Miraç’a
çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve
şüphesizdir.
Miraç ile Gelen Hediyeler
Yukarıda Miraç hadisesinin nasıl
vuku bulduğunu anlatırken, rivayetlerdeki Miraç ile bize verilen hediyelerden
bahsetmiştik. Bu hediyelerin bizler için önemini burada birkaç madde halinde
özetlemek istiyoruz:
Birincisi:
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü.
Melekleri, cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakk’ın cemâlini gözleriyle müşahede
etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o Yüce
İnsan (asm), mümin ruhlara manen şöyle diyordu:
“Sizin inandığınız, melekleri,
âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır,
mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.”
Böylece müminler sonsuz bir imana
ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi:
İnsan her şeyi merak ediyor. Uzayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor.
Halbuki uzaydaki en büyük yıldızlar O Ezelî Sultan’ın memleketinde ancak bir
sinek kadar yer kaplıyor. Hakiki müminler de bu merak duygusunu doğru
kullanarak şöyle düşünüyorlar: “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne
yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya
Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık.” derken, İki
Cihan Serveri (asm) yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanı’nın razı
olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi ve insanlığa hediye etti. Bu
hediye başta namaz olmak üzere İslâm’ın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü:
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp
getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) kendi
gözüyle cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük
müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek
padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Aynen öyle de bütün cinler ve
insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve
değerlidir.
Dördüncüsü:
Peygamber Efendimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı Hakk’ın cemalini görme nimetini
tattı. Bu manevi nimetin cennette müminlere de nasip olacağı müjdesini verdi.“Bulutsuz
berrak bir mehtap gecesinde ay nasıl görünüyorsa, bulutsuz bir günde güneş
nasıl görünüyorsa, müminler de cennette Rablerini öyle apaçık göreceklerdir.”[54] buyurarak, bu ezelî müjdeyi bizlere
hediye olarak getirdi.
Beşincisi:
İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibi’nin en nazlı bir
sevgilisi olduğu Miraç ile anlaşıldı. Kâinata nispetle küçük bir varlık, zayıf
bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar
üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere,“Sen paşa
oldun.” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve
zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir
cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin."
dendiğinde, o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal
hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı
Hakk’ın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakk’ın nur
cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar
büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraç’ın bu meyvesi insanın en büyük arzu
ve hedefidir.
_________________________________________
[1]Feyruz Abadi,
Kamûsu'l-muhit, c. 4, s. 343.
[2]İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203.
[3]Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.
[4]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.
[5]Ebu'l-Ferec, c.1, s. 219.
[6]İsra, 17/1.
[7]Necm, 53/7-18.
[8]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.
[9]Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.
[10]Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz, c. 1, s. 136.
[11]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.
[12]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[13]İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.
[14]Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.
[15]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[16]Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[17]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.
[18]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[19]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.
[20]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[21]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[22]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.
[23]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî, s. 266.
[24]İbn Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1, s. 213; Buhârî, Sahih, c. 1, s. 92; Müslim, Sahih, 11, s. 149; Beyhakî, c. 2, s. 381; Kadı lyaz, c. 1, s.140, 148; İbn Esîr, c. 12, s. 56; İbn Seyyid, c. 1.S.145; Zehebî, s. 254.
[25]Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 449; Buhârî, c. 6, s. 51; Taberî, c. 27, s. 57, Beyhakî, c. s. 372; Kurtubî, c. 17, s. 98.
[26]Buhârî, c. 8, s. 204; Taberî, c. 27, s. 45; İbnEsîr, c. 12, s. 51; İbn Kayyım, Zâdü'l-Mead, c. 2, s. 53; Kurtubî, c. 17, s. 98; Zehebî, s. 267; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 112.
[27]Kadı lyaz, c. 1, s. 160; Diyarbekrî, c. 1, s. 312.
[28]Kadı lyaz, c. 1, s. 163.
[29]Buhari, Ezân: 148, 150; el-Amel Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3, 28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta’, Nidâ’: 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409.
[30]Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Altıncı Şua, s.92; On Beşinci Şua, s.642-646.
[31]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 422; Müslim , Sahih, c. 1, s. 157; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 393-394; Nesâî, Sünen, c. 1, s. 224; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 373; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s.179; Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 1 42; İbn Esir, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; Kurtubî, c. 17, s. 94; Zehebî, s. 255; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 312.
[32]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 146-147; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 384; Kadı lyaz.c.1, s. 138; İbn Esîr, c. 1 2, s. 54; Zehebî, s. 266.
[33]Buhârî, Sahih, c.1, s. 93; Müslim, Sahih, c. 1 ,s.149; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57.
[34]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304-305; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 147; Beyhakî, c.2, s. 384; Kadı lyaz, c. 1, s.138; İbn Esîr, c. 12, s. 54.
[35]Bakara, 2/285-286.
[36]İbn Esîr,Nihâye, c. 4. s.19.
[37]Abdurrezzak, M usannef, c. 11 , s. 17;, Buhârî, Sahih, c. 195; Müslim, Sahih, c. 1, s. 92; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 20, 249.
[38]Buhârî, Sahili, c. 1 , s. 93; Müslim , Sahili, c. 1, s. 149; Begavı", Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 145.
[39]Al-i İmran, 3/133.
[40]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[41]Buhârî, c. 1, s. 93; Müslim, c. 1, s. 149; Begavî, c. 2, s. 179; İbn Esîr, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, c. 1, s. 145; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.260.
[42]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 263; Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 92; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 449; Taberî, Târîh, c. 2, s. 211.
[43]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[44]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 263; Buhârî, c. 6, s. 92; Tirmizî, c. 5, s. 449; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, c. 2, s. 55; Tirmizi, c.5, s. 450; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[45]İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c.2, s. 45-46.
[46]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[47]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 210; Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 190; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 557; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 141; Dârimî, Sünen, c. 2, s. 216; Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 320; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 52; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2. s. 335; Zehebî, Târîhu'l-islâm. s. 480.
[48]İbn İshak, İbnHişam, c. 2, s.43; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 214-215; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 2; Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 272; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 439; İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 56.
[49]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s.214; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 272.
[50]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 43; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 215; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 141; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 245-246; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 110.
[51]Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 315-316; Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 22; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56-57; İbn Seyyid, c.1, s. 142; İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 44; Zehebî, Târîhul-islâm, s. 243; İbn Sa'd, Tabakâtül-kübrâ, c. 1, s. 215.
[52]İbn Ebi Şevbe, Musannef, c. 14, s. 306; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 309; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1 , s. 223; Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 250.
[53]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39-40; Zehebî, s. 248; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s.21.
[54]Buhari, Müslim, Tirmiz’den, Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133
[2]İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203.
[3]Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.
[4]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.
[5]Ebu'l-Ferec, c.1, s. 219.
[6]İsra, 17/1.
[7]Necm, 53/7-18.
[8]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.
[9]Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.
[10]Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz, c. 1, s. 136.
[11]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.
[12]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[13]İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.
[14]Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.
[15]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[16]Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[17]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.
[18]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[19]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.
[20]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[21]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[22]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.
[23]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî, s. 266.
[24]İbn Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1, s. 213; Buhârî, Sahih, c. 1, s. 92; Müslim, Sahih, 11, s. 149; Beyhakî, c. 2, s. 381; Kadı lyaz, c. 1, s.140, 148; İbn Esîr, c. 12, s. 56; İbn Seyyid, c. 1.S.145; Zehebî, s. 254.
[25]Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 449; Buhârî, c. 6, s. 51; Taberî, c. 27, s. 57, Beyhakî, c. s. 372; Kurtubî, c. 17, s. 98.
[26]Buhârî, c. 8, s. 204; Taberî, c. 27, s. 45; İbnEsîr, c. 12, s. 51; İbn Kayyım, Zâdü'l-Mead, c. 2, s. 53; Kurtubî, c. 17, s. 98; Zehebî, s. 267; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 112.
[27]Kadı lyaz, c. 1, s. 160; Diyarbekrî, c. 1, s. 312.
[28]Kadı lyaz, c. 1, s. 163.
[29]Buhari, Ezân: 148, 150; el-Amel Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3, 28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta’, Nidâ’: 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409.
[30]Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Altıncı Şua, s.92; On Beşinci Şua, s.642-646.
[31]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 422; Müslim , Sahih, c. 1, s. 157; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 393-394; Nesâî, Sünen, c. 1, s. 224; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 373; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s.179; Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 1 42; İbn Esir, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; Kurtubî, c. 17, s. 94; Zehebî, s. 255; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 312.
[32]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 146-147; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 384; Kadı lyaz.c.1, s. 138; İbn Esîr, c. 1 2, s. 54; Zehebî, s. 266.
[33]Buhârî, Sahih, c.1, s. 93; Müslim, Sahih, c. 1 ,s.149; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57.
[34]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304-305; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 147; Beyhakî, c.2, s. 384; Kadı lyaz, c. 1, s.138; İbn Esîr, c. 12, s. 54.
[35]Bakara, 2/285-286.
[36]İbn Esîr,Nihâye, c. 4. s.19.
[37]Abdurrezzak, M usannef, c. 11 , s. 17;, Buhârî, Sahih, c. 195; Müslim, Sahih, c. 1, s. 92; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 20, 249.
[38]Buhârî, Sahili, c. 1 , s. 93; Müslim , Sahili, c. 1, s. 149; Begavı", Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 145.
[39]Al-i İmran, 3/133.
[40]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[41]Buhârî, c. 1, s. 93; Müslim, c. 1, s. 149; Begavî, c. 2, s. 179; İbn Esîr, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, c. 1, s. 145; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.260.
[42]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 263; Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 92; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 449; Taberî, Târîh, c. 2, s. 211.
[43]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[44]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 263; Buhârî, c. 6, s. 92; Tirmizî, c. 5, s. 449; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, c. 2, s. 55; Tirmizi, c.5, s. 450; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[45]İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c.2, s. 45-46.
[46]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[47]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 210; Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 190; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 557; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 141; Dârimî, Sünen, c. 2, s. 216; Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 320; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 52; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2. s. 335; Zehebî, Târîhu'l-islâm. s. 480.
[48]İbn İshak, İbnHişam, c. 2, s.43; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 214-215; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 2; Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 272; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 439; İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 56.
[49]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s.214; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 272.
[50]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 43; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 215; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 141; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 245-246; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 110.
[51]Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 315-316; Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 22; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56-57; İbn Seyyid, c.1, s. 142; İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 44; Zehebî, Târîhul-islâm, s. 243; İbn Sa'd, Tabakâtül-kübrâ, c. 1, s. 215.
[52]İbn Ebi Şevbe, Musannef, c. 14, s. 306; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 309; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1 , s. 223; Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 250.
[53]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39-40; Zehebî, s. 248; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s.21.
[54]Buhari, Müslim, Tirmiz’den, Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.