Sahabelerine
demiş: “Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla
Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır.”[1]
Bu rivayetten tam kırk sene sonra Hazreti Hasan (r.a)’ın kumandası altındaki
İslam ordusu, Hazret-i Muaviye (r.a)’ın ordusu ile karşı karşıya geldiğinde
Hazret-i Hasan (r.a) hakkından fedakârlık ederek Müslüman kanı dökülmesini
engellemiş ve dedesinin (a.s.m) bu mucizevî haberini tasdik etmiştir.
Hazret-i
Ali (ra)’ye demiş: “Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden
çıkan kimselerle savaşacaksın.”[2] Cemel
ve Sıffin vakıalarını ve Haricilerin ortaya çıkacaklarını mucizane haber
vermiştir.
Hazreti
Ali (ra) ile Hazreti Zübeyir birbirine karşı ziyade muhabbetli olduklları bir
zamanda, Hazreti Ali (ra)’ye demiş ki: “Bu sana karşı savaşacak. Fakat
haksızdır.”[3] Hazreti Zübeyir Cemel
Vakıasında Hazreti Ali (ra)’ye karşı çıkarak Efendimizin (asm) mucizevi
haberini tasdik etmiştir. Bu savaşta Hazreti Ali (ra) yukarıdaki rivayeti
Hazreti Zübeyir’e hatırlatınca savaşmaktan hemen vazgeçerek gitmek istemiş,
fakat bir hain tarafından şehit edilmiştir.[4]
Mübarek
eşlerine hitaben demiş: “İçinizden birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek
ve etrafında çoklar katledilecek.”[5] “Ona
Hav’eb köpekleri havlayacak.”[6] Hazreti
Ayşe (r.anha), Hazreti Ali (ra)’nin halife seçilmesinden sonra ondan, Hazreti
Osman (ra)’ın katillerini bulup cezalandırmasını istiyordu. Hazreti Ali (ra)
ise henüz suçlunun tam olarak belli olmadığını öne sürerek bu taleplerini
erteliyordu. Bunun üzerine Hazreti Ayşe (r.anha)’nin başında bulunduğu ve
Hazreti Zübeyir ve Hazreti Talha gibi cennetle müjdelenen iki sahabenin de
içerisinde olduğu bir ordu ile Hazreti Ali (ra)’ye karşı savaşmaya karar
verdiler. Ordu Hav’eb denen mevkiden geçince Hazreti Ayşe (r.anha) validemiz
bulundukları yerin neresi olduğunu sormuştu. Ona önce Hav’eb diyerek doğrusunu
söylemişlerdi. Hazreti Ayşe (r.anha) validemiz, Efendimizin (asm) mucizane
söylediği yukarıdaki ifadelerini hatırladığı anda vazgeçmek istemiş, ancak
sonrasında yine aldatılarak yerin ismi farklı söylenmiş ve savaş meydanına
götürülmüştür. Maalesef bu savaşta on binlerce Müslümanın kanı dökülmüştür.[7]
Hazreti
Ali (ra)’ye demiş ki:“Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir
adam” diyerek Abdurrahman ibni Mülcemü’l-Hâricî'yi haber vermiş.[8]
Haber verdiği gibi bu şahıs tarafından namaza giderken haince şehit edilmiştir.
Efendimiz
(asm) Haricilerin çıkacağını haber verdiği rivayetlerinden birisinde “Bu
kötü kavmin alameti şudur: İçlerinde bir adam bulunacak. O adamın pazusu olup
kolu bulunmayacak. Pazusunun ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı bulunacak.
Üzerinde beyaz kıllar bulunacak.”[9]
demiş. Haricilerle yapılan savaştan sonra öldürülen hariciler içinde aynen
tarif edilen özellikte “Züssedye” isimli bir şahıs bulunarak Efendimizin
(asm) mucizane verdiği haber tasdik edilmiştir.
Ümmü
Seleme (ra) validemize bildirmiştir ki: “Hazreti Hüseyin, Taff, yani
Kerbelâ’da katledilecektir.”[10] Tam
elli sene sonra dediği gibi çıkmış ve Hazreti Hüseyin (ra) Kerbela’da şehit
edilmiştir.
Pek
çok tekrar ile “Benim Âl-i Beytim, benden sonra katle, belâya ve sürgünlere
maruz kalacaklar.”[11] diyerek; hem
Hazreti Osman (ra)’ın zamanında meydana gelecek hadiseleri, hem Hazreti Ali
(ra)’nin hem de Hazreti Hasan (ra) ve Hüseyin (ra)’ın başına gelecek haberleri
mucizane haber vermiştir.
Azgın
bir taifenin Ammar bin Yasir’i (ra) şehit edeceğini haber vermiştir.[12]Hakikaten Sıffin savaşında bazı azılı
insanlar Hazreti Ammar’ı hunharca şehit ettiler. Hazreti Ali (ra) Emevilerin
liderlerine haksızlıklarını ispat için yukarıdaki rivayeti onlara hatırlattı,
Amr bin As ise siyasi dehasıyla azgın taifenin sadece onu öldürenlerin
olduğunu, kendilerinin olmadığını söyleyerek tevil etmiştir.
Hazreti
Ömer’in (ra) aralarında olduğu sürece, Müslümanlar arasında fitnelerin
olmayacağını söylemiştir.[13] Hakikaten
Hazreti Ömer (ra) şehit edilinceye kadar hiçbir fitne baş göstermemiş,
vefatının hemen ardından Hazreti Osman (ra)’ın halifeliği döneminde fitneler
ortaya çıkmaya başlamıştır.
“Hilâfet
benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.”[14]“Bu iş nübüvvet ve
rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat
şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak.”[15] ifadeleriyle, hem
dört halifenin ve Hazreti Hasan (ra)’ın altı aylık halifeliğinin de
eklenmesiyle otuz senelik hilafet sürelerini, hem de sonrasında Emevilerle
başlayan saltanatı ve sonrasında ümmetinin bazı musibetlere maruz kalacağını
haber vermiş. Aynen haber verdiği gibi vücuda gelmiştir.
“Osman
Kur’an okurken şehid edilecek.”[16]“Muhakkak ki
Cenâb-ı Hak Osman’a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği
çıkartmak isteyecekler.”[17] diyerek Hazreti
Osman (ra)’ın halifeliğini ve şehid edileceğini haber vermiş ve aynen haber
verdiği gibi meydana gelmiştir.
Yukarıda saydığımız bu
mucizelerden sonra akla gelebilecek birkaç soruyu cevaplayıp kaldığımız yerden
mucizeleri nakletmeye devam edeceğiz.
Soru: Hazreti Ali (ra) halifeliğe
çok layık olduğu halde, hem de cesareti ve ilmi gibi pek çok özelliği ile
temayüz ettiği halde, neden ilk halife olmadı ve neden onun halifeliği
zamanında fitneler bu kadar fazla oldu?
Eğer Hazreti Ali (ra),
Efendimizin (asm) vefatından sonra ilk halife olarak başa geçseydi, halifeliği
zamanındaki hadiseleri delil göstererek diyebiliriz ki; ondaki boyun eğmeyen,
çekinmeyen, kahramanca, müstağnice ve cesurca tavırlar dolayısıyla, pek çok
kabilede rekabet damarı oynayarak fitneler çıkabilirdi.
Hazreti Ali (ra)’nin
halifeliğinin ertelenmesinin bir nedeni de şudur: Özellikle Hazreti Ömer (ra)
döneminde Müslüman olan pek çok kavmin ortaya çıktığı bir zamanda -ki bunların
içerisinde Efendimizin (asm) haber verdiği yetmiş üç fırkanın çekirdeklerini
bünyelerinde taşıyan fırkalar da vardı- harikulade cesaret ve feraset sahibi
olan Hazreti Ali (ra) gibi birisi ancak dayanabilirdi. Hayatına mal olsa da
dayandı. Efendimizin (asm) “Ben Kur’ân’ın tenzili için harb ettim. Sen de
tevili için harb edeceksin.”[18] sözünün mucizeliğini
hayatıyla ispat etmiştir. Allah ondan razı olsun.
Eğer Hazreti Ali (ra) olmasaydı,
Emevilerin zenginliklerinin, onları baştan çıkarması ihtimali vardı. Hazreti
Ali (ra)’nin ve Ehl-i beytinin dik duruşuyla ve adeta Efendimizin (asm) yaşayan
birer numunesi olmalarıyla pek çok hatalarının önüne geçilmişti. Çünkü Ehl-i
beyte ve savunduğu davaya karşı gelmek, adeta İslam’a karşı gelmekti. Bu
nedenle Emevi meliklerinin tamamı olmasa da onların tabileri ve taraftarları,
bütün kuvvetleri ile İslam’ın ve imanın hakikatlerini muhafazaya çalışmışlar ve
pek çok müçtehid ve hadis aliminin yetişmesine vesile olmuşlardır.
Soru: Çok layık oldukları halde,
halifelik neden Ehl-i beytte devam etmedi?
Dünya saltanatı aldatıcıdır.
Hâlbuki Ehl-i beyt dünya saltanatından ziyade İslam’ın hakikatlerini ve
Kur’an’ın hükümlerini muhafazayla vazifelidirler. Oysa Hazreti Ali (ra)’den
sonra halifelik bir nevi sultanlığa dönüşmüştü.[19] Sultanlığa geçen
ya peygamber gibi masum olmalıdır veya Ömer bin Abdulaziz veya Mehdi-i Abbasi
gibi nefsini ve dünyevi arzularını terk eden bir durumda olmalı ki aldanmasın.
Oysa Mısır’da Ehl-i beyt namına ortaya çıkan Fatımiler Devleti, Afrika’daki
Muvahhidler hükumeti veya İran’daki Safeviler gibi olumsuz sonuçlanan
girişimler göstermiştir ki, Ehl-i beyte dünya saltanatı yaramamıştır. Çünkü
asıl vazifesi olan dinin muhafazası veya İslam’a hizmeti onlara unutturmuş,
siyasi çekişmelerin içine düşürmüştür.
Halbuki, Hazreti Hasan (ra)’ın
neslinden gelen Ehl-i beytin meşhur imamları olan Gavs-ı Azam Abdulkadir-i
Geylani, Seyyid Ahmed Rufâî, Seyyid Ahmed Bedevî ve İbrahim-i Dessûkî veya
Hazreti Hüseyin (ra)’in soyundan gelen İmam Zeynel Abidin veya İmam Cafer-i
Sadık gibi zatlar ispat etmişlerdi ki, Ehl-i beytin asıl vazifesi Kur’an’ın ve
imanın hakikatlerine hizmet etmektir.
Soru: Peygamberimizin (asm)
vefatından sonra, O’nun Ehl-i beytinin ve kanı dökülen binlerce Müslümanın
başlarına gelen bu felaketlerin hikmeti nedir? Onlar bu şekilde bir musibete
layık değillerdi; Allah’ın rahmeti buna nasıl müsaade etti?
Nasıl ki baharda dehşetli
yağmurlu bir fırtına, her bitki taifesinin, tohumların ve ağaçların
kabiliyetlerini tahrik eder, onların yetişmelerini hızlandırır. Her biri
kendine mahsus çiçek açar, fıtrî vazifelerinin başına geçerler.
Öyle de, sahabe ve tabiinin
başına gelen o musibetler de, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı
kabiliyetleri harekete geçirdi. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!”
diye her taifeyi uyarıp, İslâmiyet’in muhafazasına koşturdu. Her biri kendi
kabiliyetine göre, bir vazifeyi omuzuna aldı. Bir kısmı hadislerin
muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlerinin
muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştılar. Her alanda
İslamiyet’in muhafazası için gayret gösterdiler. Muhtelif renklerde çok
çiçekler açıldı. O dönemde çok genişlemiş olan İslâm âleminin her tarafına, o
musibetlerin fırtınası ile tohumlar atıldı, İslam âleminin yarısını gülistana
çevirdi. Pek çok müçtehitleri, muhaddisleri, Kur’an ve hadis hafızlarını,
asfiyaları, kutupları İslâm âleminin her yerine götürdü, hicret ettirdi.
Doğudan batıya kadar İslam âlemini heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden
istifade için gözlerini açtırdı.
Şimdi gelecekle ilgili verdiği
haberlerin doğru çıkması mucizelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Ashabına
Mekke’nin[20], Hayber’in[21],
Şam’ın[22], Irak’ın[23],
İran’ın[24], Kudüs’ün[25],
İstanbul’un[26] fetihlerini haber vermiştir,
verdiği gibi aynen vücuda gelmiştir. Hem defalarca ümmetinin yardıma ve zafere
nail olacağını ifade etmiştir. Hem o zamanın en büyük devletlerinden olan İran
ve Rum padişahlarının ganimetlerine sahip olacaklarını haber vermiştir.[27] Dediği gibi aynen vukua gelmiştir. Hem
“Tahminim böyle” veya “Zannederim” dememiş; aksine, görür gibi kesin haber
vermiştir ve haber verdiği gibi çıkmıştır. Hâlbuki haber verdiği zaman, hicrete
mecbur olup kendi yurdundan çıkartılmış, Sahabeleri az, Medine etrafı ve bütün
dünya O’nun (asm) düşmanıydı.
“Benden
sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.”[28] diyerek vefatından
sonra sırasıyla Hazreti Ebu Bekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra)’in halife
olacaklarını haber vermiş, haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
“Yeryüzü
benim için büzülüp katlandı. Bana onun doğuları ve batıları gösterildi ve
ümmetimin mülkü benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır.”[29] diyerek ümmetinin
doğudan batıya kadar genişleyeceğini ve hiçbir ümmetin bu kadar genişliğe
ulaşamayacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
Bedir
savaşından evvel Kureyş müşriklerinin Bedir’de ölecekleri yerleri göstererek “Burası
Ebû Cehil’in katledileceği yer, burası Utbe’nin katledileceği yer, burası
Ümeyye’nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği
yerlerdir.” demiştir. Aynen dediği yerlerde dediği şahısların cesetleri
bulunmuştur.[30] Yine Bedir’den evvel kendi
eliyle Übeyy ibni Halef’i öldüreceğini söylemiştir.[31]
Bedir’de canını kurtaran Übeyy, Uhud savaşının sonunda Efendimizin (asm) attığı
bir mızrakla yaralanmış, Mekke’ye giderken yolda ölmüştür.[32]
Mute
Savaşı’na katılamamıştı. Ancak savaş esnasında meydana gelen hadiseleri bir
televizyon ekranından görür gibi yanında bulunanlara haber vermişti. “Sancağı
Zeyd aldı ve vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Sonra İbni Revâha aldı, o
da vuruldu. Ve sonra onu, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı...”[33] diyerek, sırasıyla tayin ettiği tüm
kumandanların şehit olup en sonunda Halid bin Velid’in orduyu harika idare
etmesini haber vermişti. Savaştan birkaç hafta sonra Ya’le ibni Münebbih
Mute’den döndüğünde, Efendimizin (asm) savaşla ilgili tüm detayları ona
anlattığında Ya’le kasemle aynen dediği gibi savaşın cereyan ettiğini ifade
etti.[34]
Abdullah
bin Zübeyir’e “Senin yüzünden insanların, insanlar yüzünden de senin vay
haline!”[35] diyerek, bazı
mühim olaylara karışacağını haber vermiştir. Hakikaten Emeviler zamanında
Abdullah bin Zübeyir halifeliğini ilan etmiştir. Ardından Haccac-ı Zalim
ordusuyla onun üzerine yürümüş ve o kahraman sahabeyi şehit etmiştir.
Emeviye
devletinin ortaya çıkacağını[36], Yezid ve
Velid zalim hükümdarlarının olacağını[37]
haber vermiştir. Ayrıca Hazreti Muaviye’nin de ümmetin başına geçeceğini
söylemiş. Hazreti Muaviye’nin ümmetine ve Ehl-i beytine karşı tutumlarını da
önceden haber vererek ona “Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran.”[38] emretmiştir.
“Abbasoğulları
siyah bayraklarla çıkarlar ve öncekilerden çok uzun müddet saltanat sürerler.”[39] diyerek, Emevilerden
sonra Abbasilerin ortaya çıkacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana
gelmiştir.
“Yaklaşmakta
olan bir şerden vay Arapların haline!”[40] diyerek, Cengiz ve
Hülagu fitnelerini haber vermiştir. Maalesef haber verdiği gibi, Moğol
İmparatoru zalim Cengiz Han[41] ve torunu
Hülagu[42] pek çok Müslümanın kanını
akıtmışladır.
Sa’d
ibni Ebî Vakkas’ın ağır hasta olduğu bir dönemde ona,“Sen daha çok
yaşayacaksın ve ordunun başına geçeceksin. Sonunda; tâ ki, bir kısım milletler
senden fayda görecekler, bir kısmı da zarar görecekler...” demiştir.[43] Hakikaten İslam ordusunun başında İran’ın
fethi gibi çok zaferlere imza atmış ve çok milletlerin İslam’la şereflenmesine
vesile olmuştur.
Peygamberimizin
(asm) davetiyle İslam’la şereflenen Habeş kıralı Necaşi, hicretin yedinci
senesi vefat ettiği aynı anda Efendimiz (asm) sahabelerine haber vermiş ve
cenaze namazını kılmıştır.[44] Bir hafta
sonra haber gelmiştir ki, Efendimizin (asm) haber verdiği aynı zamanda vefat
etmiştir.
Hira
veya Uhud dağlarından birisinin üzerinde Hazreti Ebubekir (ra), Hazreti Ömer
(ra), Hazreti Osman (ra) ve Hazreti Ali (ra) ile beraberken, dağın zelzele
oluyor gibi titremesi üzerine,“Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber,
bir sıddık ve şehid vardır.”[45]
diyerek, Hazreti Ebubekir (ra) haricindekilerin şehit olacaklarını mucizane
haber vermiştir. Hakikaten Hazreti Ebubekir (ra) haricindeki diğer üç halife de
şehid edilmişlerdir.
Buraya kadar Hazreti Muhammed
(asv)’in, binlerce mucizelerinden sadece gelecekle ilgili verdiği haberlere
dair birkaç numuneyi aktardık. İnanmayan bazı insanlar, Efendimizin (asm) bu
kadar gaybi haberleri vermesini O’nun zeki olmasına verebilirler. Şu kadar
hadiseyi doğru ve kendinden tam emin bir halde haber veren ve haber verdiği
gibi çıkan bir insan sadece zeki değil, aynı zamanda büyük bir dahi olmalıdır.
Madem deha derecesinde zekidir ve dediklerinin hepsi doğru çıkmıştır. Demek ki,
O’nda (asm) yalan yoktur ve her dediği doğrudur. Öyle ise O’nun (asm) ölümden
sonrası için verdiği gaybi haberlere de inanmak gerekir. Bu kadar gaybi haberi
duyup doğruluğu gören birisinin, ölümden sonrasıyla ilgili gaybi haberlere
inanmaması divanelik değil de nedir?
Tekrar kaldığımız yerden devam
ediyoruz:
Hazreti
Fatma (r.anha)’ya kendi vefatını haber verip, vefatından sonra kendi ailesinden
herkesten önce onun vefat edip kendisine kavuşacağını haber vermiş, altı ay
sonra aynen haber verdiği gibi çıkmıştır.[46]
Ebu
Zerr el-Gıffari Hazretlerine “Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve
tek başına öleceksin.” demiştir.[47]
Hakikaten önce Şam’a, oradan tekrar Medine’ye, oradan da çöle gidip tek başına
yaşayıp vefat ederek Efendimizin (asm) verdiği haberin doğruluğunu tasdik
etmiştir.
Birgün
Resul-i Ekrem (asm) süt halası Ümmü Haram’ın evinde uyuyordu. Uykusundan
tebessüm ederek uyandı. Rüyasında Müslümanların gemilere binip deniz
seferlerine çıkacaklarını gördüğünü anlattı. Ümmü Harâm; “Ya Resulallah
(a.s.m.), Allah’a dua edin, ben de onlarla beraber olayım.” dedi. Peygamber
Efendimiz (asm) de: “Beraber olacaksın!..” buyurdu. Ümmü Harâm,
Efendimizin (asm) bu duasının bereketiyle Hz. Osman (ra)’ın hilâfeti zamanında,
Hz. Muâviye (ra)’in komutasında tertiplenen Kıbrıs Seferi’ne kocası Ubâde ile
birlikte katıldı. Denizi aşıp, adaya çıktılar. Orada bindiği katırdan düştü ve
bu yüzden vefat etti. Kabri hâlen Kıbrıs’ta en çok ziyaret edilen
mekânlardandır.[48]
Hem
ferman etmiş ki: “Sakif kabilesinden birisi peygamberlik iddiasında
bulunacak ve yine o kabileden hunhar bir zalim çıkacaktır.”[49] Aynen dediği gibi, peygamberlik iddia eden
Muhtar ve yüz binden fazla insanı öldüren meşhur Haccac-ı Zalim, Sakif
kabilesinden çıkmıştır.
“İstanbul
fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu
ne güzel ordudur.”[50]
diyerek İstanbul’un fethini ve Fatih Sultan Mehmed’in yüksek bir makamda
olduğunu haber vermiştir; dediği gibi aynen vukua gelmiştir.
“Eğer
din, Ülker Takım yıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp
alabileceklerdi.”[51] diyerek Farsların
içinden yani İran’da yetişecek başta İmam-ı Azam Ebu Hanife olmak üzere pek çok
alimlerin çıkacağını haber vermiş ve söylediği gibi çıkmıştır.
“Kureyş’in
âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır.”[52] diyerek Gazze’de
doğup ardından Efendimizin (asm) akrabaları olan Kureyş Kabilesinin bulunduğu
Mekke’ye yerleşerek, burada ilim tahsil eden İmam-ı Şafi’yi haber vermiştir.
Hakikaten İmam-ı Şafi’ye tabi olanlar, yeryüzünün her yerine dağılarak
Efendimizin (asm) verdiği haberin mucize olduğunu tasdik etmişlerdir.
“Ümmetim
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir. ‘Onlar
kimdir?’ dediler. Buyurdu ki: Bana ve ashabıma tâbi olanlardır.”[53] diyerek, sonradan
ortaya çıkacak bid’a fırkalarını haber vermiş ve Ehl-i sünnet ve’l cemaat
denilen cemaatin kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Vefatından kısa bir süre
sonra bu fırkalar ortaya çıkmaya başlamıştır.
“Kaderiye
fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir.”[54] diyerek, kaderi
inkar eden Kaderileri haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır.
Hristiyanların,
Hz. İsa’yı sevmede ölçüyü kaçırdıkları gibi, Hazreti Ali’yi sevmede de bazı
insanların ölçüyü kaçıracağını ve onların Rafızîler[55]
olarak adlandırılacaklarını haber vermiştir.[56]
Henüz ortaya çıkmadan yıllar önce çeşitli fırkalara ayrılan Şiilerin ortaya
çıkacaklarını haber vermiştir.
“Ne
vakit gururla yürümeler başladı ve Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit
belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak, şerirleriniz başa
geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.”[57] diyerek, Emeviler
dönemindeki dünyevileşmeyi ve onların şerli liderlerinden haber vermiştir. Otuz
sene sonra dediği gibi ortaya çıkmıştır.
Hayber
Kalesi’nin fethinin Hazreti Ali (ra)’nin eliyle olacağını haber vermiş.[58] Haber verdiği savaşın ikinci günü Hazreti
Ali (ra), kalenin kapısını söküp kalkan gibi kullanarak savaşmıştır. Daha sonra
yere attığı kapıyı bazı rivayetlerde sekiz bazı rivayetlerde ise kırk kişi
yerinden kaldıramamıştır.[59]
Kureyş
müşriklerinin önde gelenlerinden ve Hudeybiye’nin başrol oyuncularından olan
Suheyl bin Amr, henüz Müslüman olmadan evvel Bedir Savaşı’nda esir edilmişti.
Hazreti Ömer (ra), ona işkence etmek için Peygamber Efendimizden (asm) izin
istedi. Efendimiz (asm) ise “Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek
bir duruma gelir.” diyerek buna müsaade etmedi.[60]
Hakikaten Peygamberimizin (asm) vefatı zamanında Müslümanların zor anlar
yaşadığı dönemde, Medine’deki Müslümanları teselli eden ve uyaran Hazreti
Ebubekir (ra) gibi, Suheyl bin Amr’da Mekke’deki Müslümanları uyarıp teselli
ederek Efendimizin (asm) verdiği haberi tasdik etmiştir.
Hazreti
Sureka’ya Kisra’nın bileziklerini giyeceğini haber vermiştir.[61]
Bu haber vermesinden yıllar sonra Hazreti Ömer (ra) zamanında İran fethedildi.
Kisra’nın bilezikleri getiriledi, Hz. Ömer, Sureka’nın kollarına takıp “Bu
iki bileziği Kisrâ’dan alıp Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun.” diyerek
Efendimizin (asm) yukarıdaki haberini hatırlatmıştır.[62]
Fars
Kisra’sının ölümünden sonra artık Kisra gelmeyeceğini haber vermiş, haber
verdiği gibi çıkmıştır.[63]
Kisra’nın
Efendimizi (asm) esir edip getirmeleri için vazifelendirdiği elçiye Efendimiz
(asm) Kisra’nın şu an oğlu Perviz tarafından öldürüldüğünü haber vermiştir.[64] Önce inanmayan elçi ülkesine dönüp gerçeği
gördükten sonra gelerek Müslüman olmuştur.[65]
Mekke’nin
fethinden önce, Peygamberimiz (asm) Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan
Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere bir yazı yazarak, Peygamberimizin (asm)
bu husustaki kararını bildirmek istedi. Peygamber Efendimiz (asm) bunu Allah’ın
bildirmesiyle öğrendi ve bu mektubu götüren elçiyi durdurmaları için Hazreti
Ali (ra)’yi ve Hazreti Miktad’ı vazifelendirdi. “Acele gidiniz! Hâh
bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup
bulunan bir kadın bulacaksınız![66]Mektubu
ondan alınız ve bana getiriniz!”[67]
Hakikaten Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Miktad, Efendimizin (asm) haber verdiği
aynı yerde elçiyi yakalayıp mektubu alıp getirdiler. Hatıb’a sordular, mektubu
kendisinin yolladığını itiraf etti. Nedeni sorulduğunda, Mekke’de bulunan
ailesine ve mallarına müşrikler tarafından zarar verilmemesi için yaptığını
söyleyince, Efendimiz (asm) onu affetti.[68]
Daha
önce Peygamberimizin (asm) damadıyken, anne ve babasının kışkırtmasıyla eşini
boşayan ve Efendimize (asm) hakaretler eden Ebu Cehil’in oğlu Uteybe hakkında “Allah’ın
bir kelbi (köpeği veya parçalayıcı hayvanı) onu yiyecek.”[69]
demiştir. Sonrasında Uteybe Kureyşîlerden bir ticaret kafilesiyle yola çıktı.
Zerka diye anılan bir yerde geceleyin konakladılar. O gece bir arslan gelip
çevrelerinde dolaşmaya başlayınca, Uteybe: "Vay anam! Vallahi, Muhammed'in
dediği gibi, bu beni yiyecek! Benim katilim İbn Ebi Kebşe'dir. Kendisi
Mekke'de, ben Şam'da olsam da!" dedi. Arslan o gece çevrelerinde
dolaştıktan sonra dönüp gitti! Arkadaşları Uteybe’yi ortalarına alıp uyudular.
Arslan geri geldi. Aralarından geçti. Yavaş yavaş ve koklaya koklaya,
Uteybe'nin yanına kadar vardı ve onu öldürdü. Uteybe, can çekişirken: "Ben
size'Muhammed insanların en doğru sözlüsüdür.’ demedim mi?" diyerek
ölüp gitti. Oğlunun arslan tarafından öldürüldüğünü işitince, Ebu Leheb de: "Ben
size 'Muhammed'in oğlum hakkındaki duasından korkuyorum.’ dememiş miydim?"
demiştir.
Mekke’nin
fethinden sonra Efendimiz (asm) ezan okuması için Bilal-i Habeşî’ye Kabe’nin
damına çıkmasını söylemişti. Hazreti Bilal ezan okuyunca Kureyş’in reislerinden
Ebu Süfyan, Attab ibni Esid ve Hâris ibni Hişam kendi aralarında konuşmaya
başladılar. Attab dedi ki: “Pederim Esid bahtiyardı ki bu günü görmedi.”
Hâris dedi ki: “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin
yapsın?” Ebu Süfyan ise daha evvelden Müslüman olduğundan bu konuşanlardan
tedirgin olarak “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu
Batha’nın (Mekke’nin) taşları ona haber verecek ve o bilecek.” dedi.
Hakikaten, kısa bir süre sonra Efendimiz (asm) onların yanına geldi ve
dediklerini harfiyen nakletti. Attab ile Hâris bu mucize karşısında şehadet
getirip, Müslüman oldular.[70]
Peygamberimizin
(asm) amcası Hazreti Abbas, hicretten sonra Mekke’de kalıp Müslümanlığını
gizleyenlerdendi. Bedir Savaşı’nda müşriklerin ısrarları üzerine o da savaşa
katılmıştı. Bedir savaşında esir düşen Hazreti Abbas’dan fidye istediklerinde“Param
yok.” diye cevap verince Efendimiz (asm), “Eşin Ümmü Fadl yanında bu
kadar parayı filân yere bırakmışsın.” diye haber vermişti. Hazreti Abbas,
Efendimizin (asm) haberini tasdik edip, “Eşimle benden başka kimsenin
bilmediği bir sır idi.” diyerek itiraf etmiştir. O olaydan sonra imanı daha
da pekişmiştir.[71]
Yahudi
sihirbaz Lebid, Efendimize (asm) zarar verecek çok tesirli bir sihir yapıp bir
kuyuya atmıştı. Bu sihirin üzerine Efendimiz (asm) çok rahatsızlanmıştı.
Hazreti Ali (ra) ve bazı sahabelerine sihirin yapılıp atıldığı kuyuyu haber
vererek alıp getirmelerini emretti. Hakikaten sahabeler gidince kuyuda üzerine
saçlar sarılmış ve sihir yapılmış bir tarak bulup getirdiler. Efendimiz (asm)
tarağın üzerindeki saçların çözülmesini emredince, sahabeler çözmeye
başladılar. Her bir saç teli açıldıkça Efendimizin (asm) rahatsızlığı
hafifliyordu.[72]
Peygamber
Efendimiz (asm) bir gün bir topluluğun içerisinde “Birinizin dişi,
cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır.” diye ferman etmiştir.[73]
Ebu Hureyre aradan çok zaman geçtikten sonra, o anda bu sözü işiten
topluluktakilerden sadece kendisinin ve bir başkasının hayatta kaldığını
görünce, kendisi hakkında tedirgin olmuş. Fakat daha sonra öteki şahsın yalancı
Müseylime’nin ordusunda Müslümanlara karşı savaşırken yakalanıp öldürüldüğünü
görmüş ve Efendimizin (asm) mucizane haberini tasdik etmiştir.[74]
Umeyr
bin Vehb ve Safvan bin Ümeyye, Hazreti Muhammedi (asv) öldürmek üzere bir
anlaşma yapmışlar. Anlaşmaya göre Umeyr bin Vehb Medine'ye gidecek, Bedir
esirleri arasındaki oğlu için geldiğini söyleyecek ve zehir sürdüğü kılıcıyla
Allah Resûlü'nü (asm) öldürecekti. Buna karşılık da Safvan bin Ümeyye onun
borçlarını üzerine alacak ve ona bir şey olursa ailesine bakacaktı. Umeyr,
kılıcını biledi ve yola koyuldu. Medine'ye geldiğinde alıp mescide getirdiler.
Fakat sahabenin Umeyr'e hiç itimadı yoktu. Onun için de, kimse onu Allah
Resûlü'yle yalnız bırakmaya razı değildi. Umeyr mescide girince, Allah Resûlü
(asm), niçin geldiğini sordu. Umeyr, bir sürü yalan söyledi; fakat hiçbirine de
Allah Resûlünü inandıramadı. Sonunda Efendimiz (asm)"Madem ki sen
doğruyu söylemiyorsun, o hâlde ben söyleyeyim: Sen Safvan ile şurada şöyle
şöyle konuştun ve beni öldürmek için geldin. Buna karşılık da Safvan senin
borcunu ödeyip ailene bakacaktı." Umeyr, sadece Safvan’la arasında
geçen bu konuşmayı haber verenin sıradan bir insan olmadığına kanaat getirdi.
Sonra Allah Resulü (asm) elini onun göğsüne koydu, içindeki nefret giderek
yerine muhabbet doldu ve Müslüman oldu.[75]
Bu noktada, “Hazreti Muhammed
(asm) akıllı bir adam olduğu için bu kadar gelecekle ilgili gaybi haberler
vermiştir.” diyebilecek olanları dikkate alarak bir hatırlatma yapmak
istiyoruz. Şimdiye kadar saydığımız bu kadar gaybi haberi veren zat için iki
durum söz konusudur: O, ya bir dahidir, keskin bir zekâsı vardır. Geçmişi ve
geleceği, doğuyu ve batıyı görebilecek kadar bir gözü ve bütün zamanları
keşfeden bir dehası vardır. Bu ise normal bir insanda olamaz. Eğer olsa, Allah
tarafından verilmiş özel bir kabiliyet olabilir. Bu ise zaten tek başına bir
mucizedir. Veyahut da O, bütün zamanları ve kâinatı tasarrufu altında
bulunduran, her şeyi gören ve bilen Allah’ın elçisidir. Ne zaman ihtiyacı olsa
Rabbinden ders alır, bildirir ve gösterir. Evet, Hazreti Muhammed (asv) ilmi
ezeli olan Rabbinden ders alır, ona göre haber verir.
Hazreti
Hâlid bin Velid’i, harp için Düvmetü’l-Cendel reisi olan Ükeydir’e gönderdiği
vakit O’nu yabani sığır avında bulacağını ve hiç savaşmadan kolaylıkla esir
edeceğini haber vermiş, haber verdiği gibi vuku bulmuştur. [76]
Mekke’de
müşriklerin, Müslümanlara uyguladıkları boykotun yazılı olduğu kağıt hakkında
Efendimiz (asm) amcası Ebu Talib’e“Ey amca! Benim Rabbim olan Allah,
Kureyşlilerin sahifesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allah'ın
isminden başka, onda tesbit edilen, zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan gibi
şeylerden hiçbirini bırakmadı, yok etti!” buyurdu. Bunun üzerine Ebu
Talip, Kureyş mürşiklerinin ileri gelenlerinin yanına giderek, “Ey Kureyş
halkı! Hiçbir zaman yalan söylememiş olan kardeşimin oğlu bana haber verdi ki;
sizin yazmış olduğunuz sahifenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış;
o, onun içindeki cevr, zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme, gibi her şeye
dokunmuş, onda sadece Allah'ın ismi anılan sözler kalmıştır! Haydi, yazdığınız
sahifenizi getiriniz! Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise, vallahi biz en
sonuncumuz ölmedikçe onu size teslim etmeyiz! Artık siz de kötü görüşünüzden
vazgeçin! Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim. Siz
de onu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!” dedi. Ardından
müşrikler kağıdı kontrol etmek için yanlarına getirttiler, aynen Efendimizin
(asm) haber verdiği gibi olduğunu gördüler. Bunun üzerine bazı müşrikler
pişmanlık duydu, bazıları ise bu bir sihirdir deyip inatlarında devam ettiler.[77]
Kudüs’ün
Fethi sırasında öldürücü bir bulaşıcı hastalığın çıkacağını haber vermiştir.
Haber verdiği gibi, fetih vaktinde öyle bir hastalık baş gösterdi ki, üç günde
yetmiş bin insan öldü.[78]
Basra[79] ve Bağdat şehirlerinin kurulacaklarını,
Bağdat’a dünyanın hazinelerinin gireceğini[80],
Türkler[81] ve Hazar Denizi etrafındaki
milletlerle, Arapların savaşacaklarını ve daha sonra o milletlerin çoğunun
Müslüman olacaklarını haber vermiştir. “İçinizde Arap olmayan milletlerin
çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin gelirlerinizi ve her şeyinizi gözünüz
önünde yiyecekler ve ensenize vuracaklar.”[82]
diyerek, yeni Müslüman olan bu millerin kendi içlerinde onlara hakim
olacaklarını haber vermiş ve asırlarca Arapları adaletle idare eden Osmanlı
gibi Türk devletlerinin vücuda gelmesiyle verdiği haberin doğruluğu ispat
edilmiştir.
“Ümmetimin
helâki, Kureyş’in birkaç küçük gencinin elleriyle olacak.”[83] buyurarak, Kureyş
kabilesi içerisinden çıkan ve pek çok Müslümanın kanını döken Yezid ve Velid’i
haber vermiş, yıllar sonra verdiği haber doğru çıkmıştır.
Hendek
Savaşı esnasında“Bundan sonra onlar bana değil, ben onlara hücum edeceğim.”
demiş, dediği gibi çıkmıştır.[84]
Uhud
Savaşı’ndan sonra da“Allah bize fetih nasip edinceye kadar, artık müşrikler
bir daha bizi bunun gibi (Uhud gibi) bir musibete uğratamayacaklardır!”
buyurmuştur.[85] Hakikaten Müslümanların
mağlup oldukları tek savaş Uhud Savaşı olmuştur.
Bir
kabileye İslam’ı öğretmek için yolladığı Suffe Mektebi’nin güzide
talebelerinden olan sahabelerinin tuzağa düşürülüp şehit edildiklerini aynı
anda ashabına haber vermiştir.[86] Haber
verdiği gibi vuku bulmuştur. Peygamber Efendimizi (asm) çok üzen bu hadise
üzerine Hazreti Enes, “Allah Resulü’nün Bi’r-i Maune’de şehit olan ashabına
yanıp üzüldüğü kadar, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim.” demiştir.
Vefatından
kısa bir süre önce “Allah bir kulunu serbest bıraktı. O da, Allah
katındakini seçti.”[87] diyerek vefatını
haber vermiş, hakikaten de haber vermesinden iki ay sonra vefat etmiştir.
Hazreti
Zeyd için,“Onun bir uzvu kendisinden önce cennete gider.”[88] buyurmuştur. Hakikaten bu haberden kısa
bir süre sonra, Nihavend Harbinde Hazreti Zeyd’in eli kesilmiş, manen şehit
olarak cennete gitmiştir.
Savaşlarda
gösterdiği kahramanlıklarıyla nam salmış Kuzman adında birisi için Efendimiz “O,
muhakkak ki, Cehennemliklerdendir!” buyururdu. Hakikaten Bedir Savaşı’nda
en önde savaşıp dururken pek çok müşriği de öldürdüğü bir sırada sahabeler ona
“Ey Kuzman cennete gireceğin için sana müjdeler olsun” dediklerinde o: “Ben
ancak kavmimin şerefi için çarpıştım, eğer anlattığınız şey için olsaydı
çarpışmazdım” dedi. Ardından aldığı yaralardan ağrısı şiddetlenince intihar
ederek Efendimizin (asm) onun hakkında “cehennemliktir” haberinin
doğruluğunu tasdik etti.[89]
"Bir zaman
gelecektir ki, o zaman, ticaret kervanı hiçbir kimsenin himayesine hacet
kalmadan Mekke'ye kadar çıkıp gidecektir! Yoksulluğa gelince; sizin biriniz
sadakasıyla dolaşıp da kendisinden bu sadakayı kabul edecek bir kimseyi
bulamayacak hale gelmedikçe, Kıyamet kopmayacaktır!" buyurmuştur.
Hakikaten haber verdikten kısa bir süre sonra bütün arap yarım adası
müslümanların himayesine girdi. Ardından Hazreti Ömer'in (ra) döneminde
başlayan fetihlerle İslam toprakları hem genişledi, hem de berekete kavuştu.
Öyle dönemler oldu ki, müslümanlar zekatlarını verecek fakir bulamaz hale
geldiler.[90]
Gelecekle ilgili nakledeceğimiz
rivayetlere burada son veriyoruz. Ancak bilinmelidir ki, hem Kur’an’ın haber
verdiği gaybi haberlerin doğru çıkması hem de sahih hadis kitaplarında ve siyer
kaynaklarında nakledilen daha pek çok bu şekilde mucizevî haberler, hep
birlikte Hazreti Muhammed’in (asv) nubuvvetinin doğruluğuna parmak basmaktadır.
Gelecekle ilgili verdiği haberlerin doğru çıkması O’nun (asm) gösterdiği
onlarca ayrı mucize türünden sadece bir tanesidir. Tüm bu mucizeleri beraber
okuyan birisinin, eğer kalbi ve aklı bozulmamış ise, iman edecek ki, Hazreti
Muhammed (asv), her şeyin yaratıcısı olan Hâlık-ı Külli Şey ve her şeyi bilen
Allâmü’l-Guyûb olan bir Zât-ı Zülcelâlin elçisidir ve O’ndan haber alıyor.
____________________________________________________________
[1]Buharî, Fiten: 20;
Sulh: 9; Fedâilu Ashâbi’n-Nebî: 22; Menâkıb: 25; Dârîmî, Sünnet: 12; Tirmizî,
Menâkıb: 25; Nesâî, Cum’a: 27; Müsned, 5:38, 44, 49, 51.
[2]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:139, 140; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:138; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:414.
[3]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:213; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:366, 367; Ali (ra) el-Kari, Şerhü’ş-Şifâ, 1:686, 687.
[4]Taberî, 5-199-200, 219; Müstedrek, 3:366; El-Kâmil Tercümesi, 3:346, 251; Üsdü’l-Gabe, 2:199.
[5]el-Askalânî, Fethü’l-Bârî, 13:45.
[6]Müsned, 6:52, 97; İbni Hibban, Sahih, 8:258, no: 6697; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:120.
[7]El-Kâmil Tercümesi, 3:260.
[8]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:113; Müsned, 1:102, 103, 148, 156.
[9]Buharî, Menâkıb: 25; Edeb: 95; İstitâbe: 7; Müslim, Zekât: 148, 156, 157; Ebû Dâvud, Sünnet: 28; Müsned, 3:56, 65.
[10]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:188;Müsned, 6:294.
[11]İbni Mâce, Fiten: 34.
[12]Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 23:142.
[13]Buharî, Mevâkît, 4; Menâkıb: 25, Fiten: 22; Müslim, Îmân: 231, Fiten: 27; İbni Mâce, Fiten: 9; Müs ned, 5:401, 405.
[14]Müsned, 5:220, 221.
[15]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.
[16]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:103.
[17]bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:100.
[18]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82; İbni Hibban, Sahih, 9:46, no. 6898.
[19]Bu aynı zaman da Peygamberimizin (asm) bir başka mucizesidir. Çünkü kendisinden sonra halifeliğin otuz sene süreceğini ve ardından bir nevi sultanlık sistemine geçileceğini aynen haber vermiştir. (Tirmizi, Fiten 48) Aynen dediği gibi vukua gelmiştir.
[20]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ 1:678, 679.
[21]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[22]Vakidi, Megazi, 2:450.
[23]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678.
[24]Ahmed b. Hanbel, 4:303.
[25]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678, 679.
[26]Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kısım), 81; et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219
[27]Buharî, Cihad: 157, Menâkıb:25, İman: 3; Müslim, Fiten: 75, 76; Tirmizî, Fiten: 41.
[28]Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 5:382, 385, 399, 402.
[29]Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284.
[30]Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258.
[31]El-Hâkim, el-Müstedrek, 2:327.
[32]Sire, 3:89.
[33]Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298.
[34]el-Hafacî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:210; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:385.
[35]el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.
[36]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Ali el-Karî, 1:683; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 1:179.
[37]bk. el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4528; el-Albânî, Sahihu’l-Câmi’i’s-Sağîr, no. 2579; el-Elbâ nî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, no. 1749.
[38]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Â’liye (tahkik: Abdurrahman el-A’zamî), no. 4085.
[39]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218; Beyhakî, Delâili’n-Nübüvve: 6:517.
[40]Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 23; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 2:390, 39; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:108, 4:439, 483.
[41]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2043
[42]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2358
[43]Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü’l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:209; A’liyyü’l-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:94.
[44]Buharî, Cenâiz: 57, Menâkıbü’l-Ensâr: 38; Müslim, Ferâiz: 14; Ebû Dâvud, Cihad: 133; Büyû’: 9; Tirmizî, Cenâiz: 69; Nesâî, Cenâiz: 66, 67; İbni Mâce, Sadakat: 9, 13.
[45]Buharî, Fedailü’s-Sahâbe:5,7; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 17, 18; Müsned, 3:112, 5:331; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 451 (verilen bu kaynaklarda “iki şehid” tabiri geçmektedir).
[46]Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340.
[47]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Â’liye, 4:116, no. 4109; İbni Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 5:8-9; el-Askalânî, el-İsabe: 4:64.
[48]Buharî, Ta’bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti’zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40; İbni Mâce, Cihad: 10; Dârîmî, Cihad: 28; Muvatta’, Cihad: 39; Müsned, 3:240, 264 ...; el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sa ğîr, 6:24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:556.
[49]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 4:254.
[50]el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218.
[51]Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 47. sûrenin tefsiri: 3.
[52]el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:53, 54.
[53]Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[54]4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Süyûti, el-Fethu’l-Kebîr, 3:23; Müsned, 2:86, 125, 5:406.
[55]Müsned, 1:103.
[56]Müsned, 1:160; Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; Müstedrek, 3:123.
[57]Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 954; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:232, 237.
[58]Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 4:205.
[59]Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesira, 118; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:189-190; Aclûnî, Keş fü’l-Hafâ, 1:365.
[60]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282.
[61]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115.
[62]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344.
[63]Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 6:462, 663.
[64]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:211; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 1427.
[65]İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263, 264; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 37.
[66]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941; E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[67]Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 282; Zemahşerİ, Keşşaf, c. 4, s. 88; Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51; B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79; Halebî, İnsan, c. 3, s. 11; Zürkânf, c. 2, s. 295.
[68]Buharî, Cihad: 141, Tefsir: 60:1, Meğâzî: 46; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 161; Ebû Dâvud, Cihad: 98; Tirmizî, 60:1; Müsned, 1:79; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:301; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342.
[69]el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664.
[70]el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:219, 220; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4366; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, (tahkik: el-Arnavud), 3:409-410; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 2:413.
[71]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343, Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:206, 207; el-Hey semî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:85.
[72]Buharî, Tıb: 47, 49, 50; Edeb: 56; Daavât: 57; Bedü’l-Halk: 11; Müslim, Selâm: 43; İbni Mâce, Tıb: 45; Müsned, 6:57, 63, 96; Ali el-Kari, Şerü’ş-Şifâ, 1:706; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, (tahkik: el-El bânî), 3:174, no. 5893.
[73]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:103.
[74]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:298.
[75]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342, 343; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:286-287, 8:284-286; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:313.
[76]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, 5:538-539; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:30.
[77]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:345; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:720; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:706; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:96-97; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 1:371.
[78]Buharî, Tıb: 30, Hıyel: 13; Müslim, Selâm: 98, 100; Muvatta’, Medine: 22, 24; Müsned, 4:195-196; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:383; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 2:477-478.
[79]el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sağîr, 6:268, no. 7736; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[80]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 10:102; Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[81]Buharî, Cihad:95 Müslim, Fiten: 64-66, Tirmizî, Fiten:37 ve İbni Mâce, Fiten: 36.
[82]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şer hu’ş-Şi fâ, 3:194; Ali el-Kari,Şerhu’ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî,Mecme’u’z-Zevâid, 7:310; el-Hâ kim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38.
[83]Buharî, Menâkıb: 25; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:479, 527, 572; Müsned, 2:288, 296, 301, 304, 324, 377, 520, 536, 4:66, 5:38; İbni Hibban, Sahih, 8:215, 252.
[84]Hadis-i bilmanadır. Buharî, Meğâzî: 29; Müsned, 4:262, 6:394; İbni Hibban, Sahih, 6:272.
[85]İbn İshak, İbn Hişam.Sîre.c. 3, s. 106; Taberî, Târih, c. 3, s. 27; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,c. 2, s. 24; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 47.
[86]Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 111; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvye, c. 3, s. 344; Suyûtî, Hasâisu'l-kübrâ, c. 1, s. 556.
[87]Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 45; Salât: 80, Fedâilü’s-Sahâbe: 3; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 2; Tirmizî, Menâkıb: 15; Ebû Dâvud, Mukaddime: 14; Müsned, 3:18, 478, 4:211, 5:139; İbni Hibban, Sahih, 8:200, 9:58.
[88]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:702; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:214; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 9:398; Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:91, no. 4047.
[89]İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 93; Vâkıdî, c.1, s. 224; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 163; Zehebî, Megâzî, s. 166.
[90] Buhârî,Sahih,c.2, s. 113.
[2]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:139, 140; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:138; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:414.
[3]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:213; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:366, 367; Ali (ra) el-Kari, Şerhü’ş-Şifâ, 1:686, 687.
[4]Taberî, 5-199-200, 219; Müstedrek, 3:366; El-Kâmil Tercümesi, 3:346, 251; Üsdü’l-Gabe, 2:199.
[5]el-Askalânî, Fethü’l-Bârî, 13:45.
[6]Müsned, 6:52, 97; İbni Hibban, Sahih, 8:258, no: 6697; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:120.
[7]El-Kâmil Tercümesi, 3:260.
[8]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:113; Müsned, 1:102, 103, 148, 156.
[9]Buharî, Menâkıb: 25; Edeb: 95; İstitâbe: 7; Müslim, Zekât: 148, 156, 157; Ebû Dâvud, Sünnet: 28; Müsned, 3:56, 65.
[10]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:188;Müsned, 6:294.
[11]İbni Mâce, Fiten: 34.
[12]Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 23:142.
[13]Buharî, Mevâkît, 4; Menâkıb: 25, Fiten: 22; Müslim, Îmân: 231, Fiten: 27; İbni Mâce, Fiten: 9; Müs ned, 5:401, 405.
[14]Müsned, 5:220, 221.
[15]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.
[16]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:103.
[17]bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:100.
[18]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82; İbni Hibban, Sahih, 9:46, no. 6898.
[19]Bu aynı zaman da Peygamberimizin (asm) bir başka mucizesidir. Çünkü kendisinden sonra halifeliğin otuz sene süreceğini ve ardından bir nevi sultanlık sistemine geçileceğini aynen haber vermiştir. (Tirmizi, Fiten 48) Aynen dediği gibi vukua gelmiştir.
[20]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ 1:678, 679.
[21]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[22]Vakidi, Megazi, 2:450.
[23]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678.
[24]Ahmed b. Hanbel, 4:303.
[25]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678, 679.
[26]Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kısım), 81; et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219
[27]Buharî, Cihad: 157, Menâkıb:25, İman: 3; Müslim, Fiten: 75, 76; Tirmizî, Fiten: 41.
[28]Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 5:382, 385, 399, 402.
[29]Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284.
[30]Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258.
[31]El-Hâkim, el-Müstedrek, 2:327.
[32]Sire, 3:89.
[33]Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298.
[34]el-Hafacî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:210; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:385.
[35]el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.
[36]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Ali el-Karî, 1:683; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 1:179.
[37]bk. el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4528; el-Albânî, Sahihu’l-Câmi’i’s-Sağîr, no. 2579; el-Elbâ nî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, no. 1749.
[38]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Â’liye (tahkik: Abdurrahman el-A’zamî), no. 4085.
[39]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218; Beyhakî, Delâili’n-Nübüvve: 6:517.
[40]Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 23; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 2:390, 39; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:108, 4:439, 483.
[41]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2043
[42]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2358
[43]Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü’l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:209; A’liyyü’l-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:94.
[44]Buharî, Cenâiz: 57, Menâkıbü’l-Ensâr: 38; Müslim, Ferâiz: 14; Ebû Dâvud, Cihad: 133; Büyû’: 9; Tirmizî, Cenâiz: 69; Nesâî, Cenâiz: 66, 67; İbni Mâce, Sadakat: 9, 13.
[45]Buharî, Fedailü’s-Sahâbe:5,7; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 17, 18; Müsned, 3:112, 5:331; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 451 (verilen bu kaynaklarda “iki şehid” tabiri geçmektedir).
[46]Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340.
[47]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Â’liye, 4:116, no. 4109; İbni Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 5:8-9; el-Askalânî, el-İsabe: 4:64.
[48]Buharî, Ta’bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti’zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40; İbni Mâce, Cihad: 10; Dârîmî, Cihad: 28; Muvatta’, Cihad: 39; Müsned, 3:240, 264 ...; el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sa ğîr, 6:24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:556.
[49]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 4:254.
[50]el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218.
[51]Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 47. sûrenin tefsiri: 3.
[52]el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:53, 54.
[53]Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[54]4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Süyûti, el-Fethu’l-Kebîr, 3:23; Müsned, 2:86, 125, 5:406.
[55]Müsned, 1:103.
[56]Müsned, 1:160; Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; Müstedrek, 3:123.
[57]Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 954; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:232, 237.
[58]Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 4:205.
[59]Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesira, 118; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:189-190; Aclûnî, Keş fü’l-Hafâ, 1:365.
[60]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282.
[61]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115.
[62]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344.
[63]Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 6:462, 663.
[64]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:211; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 1427.
[65]İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263, 264; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 37.
[66]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941; E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[67]Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 282; Zemahşerİ, Keşşaf, c. 4, s. 88; Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51; B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79; Halebî, İnsan, c. 3, s. 11; Zürkânf, c. 2, s. 295.
[68]Buharî, Cihad: 141, Tefsir: 60:1, Meğâzî: 46; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 161; Ebû Dâvud, Cihad: 98; Tirmizî, 60:1; Müsned, 1:79; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:301; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342.
[69]el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664.
[70]el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:219, 220; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4366; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, (tahkik: el-Arnavud), 3:409-410; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 2:413.
[71]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343, Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:206, 207; el-Hey semî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:85.
[72]Buharî, Tıb: 47, 49, 50; Edeb: 56; Daavât: 57; Bedü’l-Halk: 11; Müslim, Selâm: 43; İbni Mâce, Tıb: 45; Müsned, 6:57, 63, 96; Ali el-Kari, Şerü’ş-Şifâ, 1:706; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, (tahkik: el-El bânî), 3:174, no. 5893.
[73]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:103.
[74]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:298.
[75]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342, 343; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:286-287, 8:284-286; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:313.
[76]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, 5:538-539; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:30.
[77]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:345; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:720; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:706; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:96-97; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 1:371.
[78]Buharî, Tıb: 30, Hıyel: 13; Müslim, Selâm: 98, 100; Muvatta’, Medine: 22, 24; Müsned, 4:195-196; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:383; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 2:477-478.
[79]el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sağîr, 6:268, no. 7736; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[80]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 10:102; Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[81]Buharî, Cihad:95 Müslim, Fiten: 64-66, Tirmizî, Fiten:37 ve İbni Mâce, Fiten: 36.
[82]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şer hu’ş-Şi fâ, 3:194; Ali el-Kari,Şerhu’ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî,Mecme’u’z-Zevâid, 7:310; el-Hâ kim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38.
[83]Buharî, Menâkıb: 25; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:479, 527, 572; Müsned, 2:288, 296, 301, 304, 324, 377, 520, 536, 4:66, 5:38; İbni Hibban, Sahih, 8:215, 252.
[84]Hadis-i bilmanadır. Buharî, Meğâzî: 29; Müsned, 4:262, 6:394; İbni Hibban, Sahih, 6:272.
[85]İbn İshak, İbn Hişam.Sîre.c. 3, s. 106; Taberî, Târih, c. 3, s. 27; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,c. 2, s. 24; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 47.
[86]Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 111; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvye, c. 3, s. 344; Suyûtî, Hasâisu'l-kübrâ, c. 1, s. 556.
[87]Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 45; Salât: 80, Fedâilü’s-Sahâbe: 3; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 2; Tirmizî, Menâkıb: 15; Ebû Dâvud, Mukaddime: 14; Müsned, 3:18, 478, 4:211, 5:139; İbni Hibban, Sahih, 8:200, 9:58.
[88]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:702; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:214; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 9:398; Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:91, no. 4047.
[89]İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 93; Vâkıdî, c.1, s. 224; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 163; Zehebî, Megâzî, s. 166.
[90] Buhârî,Sahih,c.2, s. 113.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.