Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin en önemlilerinden bir kısmı da hastaların ve yaralıların O’nun (asm) eliyle veya nefesiyle şifa bulmaları şeklinde vuku bulmuştur. Bu mucizeler hadis ve siyer kitaplarında çokça zikredilmiştir. Bizler de burada birkaç örneği sizlere nakletmeye çalışacağız:
Ok İsabet Eden Gözün Şifa Bulması
Kadı İyaz, Şifa-i Şerif isimli
eserinde pek çok sahabeden rivayet edilen bu mucizeyi, sağlam kaynaklara
dayanarak bize naklediyor. Allah Resulü’nün (asm) mümtaz ve ordusunda
kumandanlık yapan kahraman bir sahabesi ve Hazreti Ömer (ra) zamanında İslam
ordusunun baş kumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas anlatıyor:
“Uhud Savaşı’nda ben Allah Resulü’nün (asm)
yanındaydım. Allah Resulü (asm) o gün yayı kırılıncaya kadar düşmana ok attı.
Yayı kırıldıktan sonra oklarını bana verip at diyordu. Verdiği oklar nasl’sız,
yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmadığı halde, at diye emrettiği
okları attığımda kanatlı oklar gibi gidip düşmana isabet ederdi.”[1]
“O halde iken, Katâde ibni Numan’ın gözüne bir ok
isabet etmişti. Gözünü çıkarıp, göz bebeği yanaklarının üzerine aktı. Allah
Resulü (asm) mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına
yerleştirdi. O göz hiç bir şey olmamış gibi şifa bulup, iki gözünden en güzeli
ve en keskin göreni oldu.”
Bu olay oldukça meşhurdur. Hattâ
Katâde’nin çocuklarından biri, Ömer ibni Abdi’l-Aziz’in yanına geldiği vakit,
kendini şöyle tarif etmiş: “Ben öyle bir zâtın çocuğuyum ki, Allah Resulü
(asm), onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu; en güzel göz o
olmuş.” diye, nazım şeklinde Hazret-i Ömer (ra)’e söylemiş, onunla kendini
tanıttırmış.[2]
Hem yine sahih kaynaklardan
nakledilir ki, ünlü Ebu Katâde’nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok
mübarek yüzüne isabet etmiş. Allah Resulü (asm) mübarek eliyle mesh etmiş. Ebu
Katâde der ki: “Kat’iyen ve asla ne acısını ve ne de yarasını görmedim.”[3]
Hayber'in Fethindeki İki Şifa Mucizesi
Başta Buharî ve Müslim gibi sahih
kaynaklardan naklediliyor ki:
Hayber Gazvesi’nde, Allah Resulü
(asm), Hazreti Aliyy-i Haydarî’yi ordusuna sancaktar olarak tayin ettiği halde,
Hazreti Ali’nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Allah Resulü (asm) ilaç gibi
tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbir şey kalmadı.[4]
Sabahleyin Hayber Kalesinin pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi
tutup Hayber Kalesini fethetti.
Yine aynı savaşta, Seleme
İbnü’l-Ekvâ’nın bacağına kılıç vurulmuş, yarılmış. Allah Resulü (asm) ona nefes
edince, birden ayağı şifa bulmuştur.[5]
Görmeyen Gözlerin, Görür Olması
Başta Neseî olmak üzere, ünlü
siyer kitaplarının yazarları, Osman ibni Huneyf’ten naklediyorlar. Osman bin
Huneyf anlatıyor:
“Allah Resulü’nün (asm) yanına
görme özürlü biri geldi. “Benim gözlerimin açılması için dua et.” diye
Efendimize (asm) rica etti. Allah Resulü (asm) ona dedi ki:
“Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de
ki: ‘Allah’ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve rahmet nebisi olan Peygamberin
Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması
için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.”[6]
Büyük bir imam olan İbni Veheb
bize bildiriyor ki:
“Bedir Savaşı’nın on dört
şehidinden birisi olan Muavviz ibni Afra, Ebu Cehil ile dövüşürken, Ebu Cehl, o
kahramanın bir elini kesmiş. O da öteki eliyle, kesilen elini tutup Allah
Resulü’nün (asm) yanına gelmiş. Allah Resulü (asm) onun elini yine yerine
yapıştırdı, tükürüğünü ona sürdü. Birden şifa buldu, yine savaş meydanına
döndü, şehid oluncaya kadar savaşmaya devam etti.”[8]
Hem yine ibni Veheb bildiriyor
ki: “Yine Bedir Savaşı’nda Hubeyb ibni Yesaf’ın omuz başına bir kılıç vurulmuş
ki, ikiye ayrılmış gibi dehşetli bir yara açılmış. Allah Resulü (asm) onun
kolunu omuzuna eliyle yapıştırmış, nefes etmiş; şifa bulmuş.”[9]
İşte şu iki hadise, gerçi
âhâdîdir, yani tek kişi kanalıyla bize ulaşmıştır. Fakat İbni Veheb gibi bir
imam bu hadiseyi eserine alsa ve bize nakletse, Bedir Savaşı gibi mucizelerin
çok olduğu bir zamanda, bu iki vakıaya benzer başka hadiseler de varsa, elbette
şu iki vakıanın doğruluğunda şüphe edilmemelidir. İşte, sahih hadislerle bu
şekilde bize ulaşan bine yakın hadise var ki Allah Resulü’nün (asm) mübarek eli
onlara şifa olmuştur.
*
* *
Buraya kadar Efendimizin (asm)
eliyle gerçekleşen bu kadar mucizeyi size naklettikten sonra dikkatlerinizi bir
noktaya çekmek istiyoruz:
·
Avucunda küçük
taşların zikir ve tesbih etmesi,
·
“(Ey Muhammed)
attığın zaman da sen atmadın…”[10] ayetinin sırrıyla,
aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları
bozguna uğratması,
·
ve aynı el, çeşme
gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi,
·
ve aynı el,
hastalara ve yaralılara şifa olması,
elbette o mübarek elin, ne kadar
harika bir İlahi Kudret mucizesi olduğunu gösterir.
·
Güya, dostları
içinde o elin avucu küçük bir Sübhânî zikir meclisidir ki, küçücük taşlar dahi
içine girse zikir ve tesbih ederler.
·
Ve düşmana karşı
küçücük bir Rabbânî cephaneliktir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba
olur.
·
Ve yaralılar ve
hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse,
derman olur.
·
Ve celâl ile
kalktığı vakit, ayı parçalayıp, kàb-ı kavseyn yani iki yay şeklini verir.
·
Ve cemâl ile
döndüğü vakit, Kevser suyu akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi hükmüne girer.
Acaba böyle bir zâtın birtek eli
böyle harika mucizelere mazhar ve kaynak olsa, o Zâtın (asm), Kâinat’ın
Yaratıcısı yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar doğru bulunduğu
ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı?
*
* *
Akla gelebilecek bir soru: Burada
naklettiğimiz pek çok mucizenin mutevatir olduğunu ifade ediyoruz. Hâlbuki
bunların birçoğunu okuyucular ilk defa görüyor olabilirler. Mütevatir bir şeyin
böyle gizli kalmaması gerekir.
Bu soruya şöyle cevap verebiliriz
ki: Şeriat alimlerine göre çok mütevatir ve açık şeyler var ki, onlardan
olmayana göre meçhuldür. Hadis alimlerine göre de çok mütevatir hadis vardır,
diğer insanların yanında âhâdî de olmuyor. Benzer şekilde her ilim dalının
ihtisas sahibi, kendi ilmine dair konularda açık ve gizli konuları bilir. Halk
ise uzmanlıkları dışında olan konularda ihtisas sahibine güvenir ve naklettiği
bilgilere teslim olurlar.
Şimdi, haber verdiğimiz hakikî
mütevatir, mânevî mütevatir veya tevatür[12] hükmünde kesinlik
ifade eden hadiseler, hem hadîs ehlince, hem şeriat ehlince, hem usulüddin
ehlince, hem çoğu alim tabakalarında hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan
sıradan insanlar veya gözünü kapayan cahiller bilmezlerse, kabahat onlara
aittir.
Kırılan Ayağın Şifa Bulması
İmam-ı Bağavî’nin kaynağına
ulaşıp tashih ederek bize ulaştırdığı bir hadisedir.
Ali ibni’l-Hakem’in, Hendek
Savaşı’nda, bir düşman darbesiyle ayağı kırıldı. Allah Resulü (asm) ona eliyle
mesh etti; hemen aynı dakikasında öyle şifa buldu ki, atından bile inmeden
savaşmaya devam etti.[13]
Hazreti Ali’ye Edilen Şifa Duası
Başta İmam-ı Beyhakî olmak üzere,
hadis âlimleri haber veriyorlar ki: İmam-ı Ali ağır bir şekilde hastaydı.
Iztırabından, kendi kendine dua edip inliyordu. Allah Resulü (asm) geldi ve “Allah’ım
ona şifa ver.” diye dua etti. Ve ayağıyla Hazret-i Ali’ye dokundu, “Kalk”
dedi. Birden şifa buldu. İmam-ı Ali der ki: “Ondan sonra o hastalığı hiç
görmedim.”[14]
Şifa Bulan El
Şürehbil el-Cu’fî’nin meşhur
kıssasıdır. Avucunda etten bir ur vardı ki, kılıcı ve atın dizginini
tutamıyordu. Allah Resulü (asm) eliyle avucundaki uru meshetti ve mübarek
eliyle ovaladı. O urdan hiçbir eser kalmadı.[15]
Şifa Bulan Çocuklar
Çocukların Efendimizin (asm)
mübarek eliyle ve duasıyla şifa bulmalarıyla ilgili altı misal nakledeceğiz:
Birincisi:
Ünlü bir araştırmacı ve hadis alimi olan İbni Ebî Şeybe haber veriyor ki:
Bir kadın, bir çocuğu Allah
Resulü’nün (asm) yanına getirdi. O çocuk hem zihinsel özürlüydü hem de
konuşamıyordu. Allah Resulü (asm) bir suyu mübarek ağzına alıp çalkaladı, sonra
da elini yıkadı ve o suyu kadına verdi, “Çocuğa içirsin.” dedi. Çocuk o
suyu içtikten sonra, hastalığından bir şey kalmadı. Öyle bir akıl ve kemal
sahibi oldu ki, insanların en zekilerinden oldu.[16]
İkincisi:
Sahih kaynaklarda Hazreti ibni Abbas’tan naklediliyor ki: Allah Resulü’ne (asm)
mecnun bir çocuk getirildi. Mübarek elini çocuğun göğsüne koydu. Birden çocuk
istifrâ etti. İçinden, küçük salatalık kadar siyah bir şey çıktı; çocuk şifa
bulup gitti.[17]
Üçüncüsü:
İmam-ı Beyhakî ve Nesâî, sahih kaynaklarla haber veriyorlar ki: Muhammed ibni
Hâtib isminde bir çocuğun koluna kaynayan tencere dökülmüş, bütün kolunu yakmıştı.
Allah Resulü (asm) meshedip tükürüğünü sürdü; dakikasında şifa buldu.[18]
Dördüncüsü:
Büyüdüğü halde konuşamayan, büyükçe bir çocuk Allah Resulü’nün (asm) yanına
geldi. Çocuğa sordu:“Ben kimim?” Hiç konuşmayan dilsiz çocuk “Sen
Allah’ın Resulüsün.” diyerek konuşmaya başlamıştır.[19]
Beşincisi:
Yakaza halinde Allah Resulü (asm) ile pek çok defalar görüşmekle müşerref olan
Celâleddin Süyutî, hadisin kaynağına ulaşıp tashih ederek bize naklediyor ki:
Mübarekü’l-Yemâme ismiyle şöhret kazanan bir sahabenin hadisesidir. Yeni
dünyaya geldiği zaman, Allah Resulü’nün (asm) yanına getirmişler.
Allah Resulü (asm) ona baktığında
çocuk birden konuşmaya başlamış ve “Senin Allah Resulü olduğuna şehadet
ederim.” demiştir. Allah Resulü (asm) çocuğun bu şehadeti üzerine “Bârekallâh”
demiştir. Çocuk ondan sonra büyüyünceye kadar daha konuşmamış. O çocuk,
Peygamberimizin (asm) bu mucizesine ve “Bârekallâh” duasına mazhar
olduğundan, “Mübarekü’l-Yemâme” ismiyle şöhret bulmuştur.[20]
Altıncısı:
Çocuk tabiatında hayâsız bir kadın, Allah Resulü’nden (asm) yemek yerken lokma
istemiş, vermiş. Kadın demiş: “Yok, senin ağzındakini istiyorum.” Onu da
vermiş. O gayet hayâsız kadın, o lokmayı yedikten sonra, en hayâlı kadın ve
Medine kadınlarının içerisinde üstün bir hayâ sahibi oldu.[21]
Burada naklettiğimiz birkaç
mucize örneği gibi, sahih kaynaklarda geçen yüzlerce mucizeler vardır. Çoğu
siyer ve hadis kitaplarında beyan edilmiştir. Evet, Allah Resulü’nün (asm)
mübarek eli Lokman Hekim’in bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın
âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nefesi gibi
yardım ve şifa kaynağı olsa; ve insanlık çok musibet ve belâlara giriftar olsa,
elbette Allah Resulü’ne (asm) hadsiz müracaatlar olmuştur. Hastalar, çocuklar,
mecnunlar pek çoklukla gelmişler, hepsi şifa bulup gitmişler. Hattâ, kırk defa
hac eden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, tâbiînin büyük
imamlarından ve çok sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu
Abdurrahmani’l-Yemânî kesin olarak haber verip demiş ki: Allah Resul’ne (asm)
ne kadar mecnun gelmişse, Allah Resulü (asm) göğsüne elini koymuşsa, kesinlikle
şifa bulmuştur; şifa bulmayan kalmamıştır.[22]
İşte, Asr-ı Saadete yetişmiş
böyle bir imam, böyle kesin ve küllî hükmetmişse, elbette ona gelen hiçbir
hasta kalmamış ki, illâ şifa bulmuş. Madem şifa bulmuş; elbette binlerce
müracaatlar olacaktır.
_______________________________________
[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ,
1:322; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:651; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113;
Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 42, no. 2412; İbni Hibban, Sahih, 9:65.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:377; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:186-187; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:295.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:113; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:653.
[4]Buharî, Cihad: 102, 144, Mağâzî: 38; Fedâilü’l-Eshâb: 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 32, 34; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:38.
[5]Buharî, Mağâzî: 38 (Yezîd ibni Ubeyd’den); Ebû Dâvûd, Tıb: 19; Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî Şerh-i Müsned, 22:259.
[6]bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138.
[7]Tirmizî, Daavât: 119 (hadis no. 3578); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:526; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:166; İbni Mâce, İkâme, 189; Müsned, 4:138.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 1:261.
[9]Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve: 6:178; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:418; İbnü’l-Esir, Üstü’lğabe, 2:118.
[10]Enfal Sûresi, 8;17.
[11]Kamer Sûresi, 54:1.
[12]Bu kavramlarla alakalı “Peygamberimizin Mucizeleri” isimli bölümümüzün “Takdim” kısmında bilgi bulabilirsiniz.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:118; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:134.
[14]Tirmizî, Daavât: 112; Müsned, 1:83, 107, 128; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Hibban, Sahih, 9:47; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3635.
[15]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:298; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657.
[16]İbni Mâce, Tıb: 40, no. 3532; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:654, 657.
[17]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 1:254; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:2;Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:188.
[18]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:121; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:415; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1:295; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:62-63.
[19]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:158-159
[20]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; Süyûtî, Kenzü’l-Ummâl, 4:379; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:159.
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:325; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:312.
[22]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:335; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:676.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:113; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:377; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:186-187; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:295.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:322; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:113; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:653.
[4]Buharî, Cihad: 102, 144, Mağâzî: 38; Fedâilü’l-Eshâb: 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 32, 34; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:38.
[5]Buharî, Mağâzî: 38 (Yezîd ibni Ubeyd’den); Ebû Dâvûd, Tıb: 19; Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî Şerh-i Müsned, 22:259.
[6]bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138.
[7]Tirmizî, Daavât: 119 (hadis no. 3578); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:526; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:166; İbni Mâce, İkâme, 189; Müsned, 4:138.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 1:261.
[9]Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve: 6:178; İbni Hacer, el-İsâbe, 1:418; İbnü’l-Esir, Üstü’lğabe, 2:118.
[10]Enfal Sûresi, 8;17.
[11]Kamer Sûresi, 54:1.
[12]Bu kavramlarla alakalı “Peygamberimizin Mucizeleri” isimli bölümümüzün “Takdim” kısmında bilgi bulabilirsiniz.
[13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:118; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:134.
[14]Tirmizî, Daavât: 112; Müsned, 1:83, 107, 128; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:656; İbni Hibban, Sahih, 9:47; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3635.
[15]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:298; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657.
[16]İbni Mâce, Tıb: 40, no. 3532; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:654, 657.
[17]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 1:254; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:2;Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:188.
[18]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:324; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:121; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:415; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1:295; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:62-63.
[19]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:158-159
[20]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:319; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:105; Süyûtî, Kenzü’l-Ummâl, 4:379; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:159.
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:325; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:657; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:312.
[22]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:335; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:676.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.