Tesbih Eden Yiyecekler
Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli
eserinde Buharî gibi sahih kaynaklara dayanarak naklediyor ki:
Peygamberimizin (asm) yanında ve
hizmetinde bulunan Hazret-i Abdulah İbni Mes’ud der ki:
Avuç İçinde Tesbih Eden Taşlar
Sahih hadis kitaplarından
naklediliyor. Hazret-i Enes demiş ki: “Allah Resulü’nün (asm) yanındaydık.
Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra
Hazreti Ebu Bekir’in eline koydu; yine tesbih ettiler.”[2]
Aynı hadise hakkıda Hazret-i Ebu Zer demiş ki: “Sonra Hazret-i Ömer’in eline
koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı, yere koydu, sustular. Sonra yine aldı,
Hazret-i Osman’ın eline koydu; yine tesbihe başladılar.” Sonra, Hazret-i
Enes ve Ebu Zer diyorlar ki: “Ellerimize koydu, sustular.”[3]
Peygamberimize (asm) Selam Veren Taşlar
Hazret-i Ali ve Hazret-i Câbir ve
Hazret-i Aişe’den sahih kaynaklarda nakledilen bir mucizedir.
“Dağ, taş, Allah Resulü’ne (asm) “Selâm
sana ey Allah’ın Resûlü!” diyorlardı.”
Hazret-i Ali’den nakledilen
rivayette diyor ki:
“Peygamberlik vazifesinin
verilmesinin ilk zamanlarında, Mekke çevresinde Allah Resulü (asm) ile beraber
gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit “Selâm sana ey Allah’ın
Resûlü!” diyorlardı.””[4]
Hazret-i Cabir’den nakledilen
rivayette diyor ki:
“Allah Resulü (asm) taş ve ağaca
rast geldiği vakit, ona secde ediyordular. Yani, boyun eğip “Selâm sana ey
Allah’ın Resûlü!” diyorlardı.”[5]
Hazreti Câbir’in bir rivayetinde,
Allah Resulü (asm) demiş ki “Bana selâm veren bir taş biliyorum.”[6]
Bazılar o taşın Hacerü’l-Esved olduğunu söylemişlerdir.
Hazret-i Aişe (r.anha), bir
rivayette Allah Resulü’nün (asm) şöyle dediğini bize nakletmektedir: “Cebrâil
bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından
geçsem, bana mutlaka‘Esselâmü aleyke yâ Resulallah’ derlerdi.”[7]
Duaya Amin Diyen Ev
Peygamberimizin (asm) amcası
Hazret-i Abbas’tan naklediliyor ki: Allah Resulü (asm), Hazreti Abbas ve dört
oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, “mülâet” denilen bir
perde altına alarak üzerlerine örttü. “Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babamızın
öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini
örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru.”[8] deyip dua etti.
Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları “Âmin, âmin” diyerek
duaya iştirak ettiler.[9]
Uhud’un Sallanması
Başta Buharî, İbni Hibban, Ebû Davud,
Tirmizî gibi sahih hadis kitapları beraber olarak, Hazret-i Enes[10],
Ebu Hüreyre[11], Hazreti Osman[12]
ve Aşere-i Mübeşşereden Said ibni Zeyd’den[13] naklediyorlar ki:
Allah Resulü (asm), Hazreti Ebu
Bekir (ra), Hazreti Ömer (ra) ve Hazreti Osman (ra) ile Uhud Dağının başına
çıktılar. Uhud Dağı, ya onların azamet ve heybetlerinden veya kendi sürur ve
sevincinden sallanmaya başladı. Allah Resulü (asm) ferman etti ki:
“Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde
bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid var.”
Şu hadîs aynı zamanda, Hazreti
Ömer (ra) ve Hazreti Osman (ra)’ın şehid olacaklarını haber vermektedir.
Sebir’in Korkusu, Hira’nın Çağrısı
Allah Resulü (asm) Mekke’den
hicret ettiği ve Kureyş müşrikleri takibe çıktıkları vakit, Sebîr isimli dağa
çıktılar. Sebîr dedi: “Yâ Resulallah, benden ininiz. Korkarım, benim üstümde
sizi vururlarsa Allah beni cezalandırır... Onun için korkarım.” Sonrasında
Hira Dağı çağırdı “Ya Resulallah! Bana gel.”[14]
Bu örneklerden anlaşılır ki, o
koca dağlar birer müstakil kuldur, Allah’ı tesbih ederler ve vazifedardırlar.
Peygamber’i (asm) tanır ve severler; başıboş değillerdir.
Titreyen Minber
Sahih hadis kaynaklarında,
Hazret-i Abdullah ibni Ömer’den rivayet ediliyor ki:
“Allah Resulü (asm) minberde
hutbe okurken, “Onlar Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler.
Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun
kudretiyle dürülmüştür.”[15] âyetini okudu ve
dedi ki “Cebbâr olan Allah kendini tâzîm ediyor ve buyuruyor ki: Cebbar
Benim, Cebbar Benim; her şeyden büyük ve her şeyden yüce olan Benim.” Allah
Resulü (asm) sözünü söylediği vakit minber öyle sarsıldı ve öyle titredi ki;
Allah Resulü’nü (asm) düşürmesinden korktuk. Düşürecek derecede şiddetli
sallandı.”[16]
Devrilen Putlar
Sahih kaynaklarda, ümmetin alimi
ünvanına sahip, Kur’ân tercümanı Hazret-i İbni Abbas[17] ve Allah Resulü’nün
(asm) hizmetinde bulunan, sahabenin önde gelen alimlerinden biri olan İbni
Mes’ud’dan[18] haber veriliyor
ki:
Mekke’nin Fethi gününde, Kâbe ve
etrafında, taşta kurşunlarla sabitlenmiş üç yüz altmış put vardı. Allah Resulü
(asm) elinde yay gibi bir değnekle o sanemlere birer birer işaret ederek “Hak
geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir.”[19]
ayetini okuyarak, hangisine işaret ediyorsa, yere düşüyordu. Putun yüzüne
işaret ettiğinde arkasına düşüyor, arkasına işaret ettiğinde ise yüz üstüne
düşüyordu. Bu şekilde bütün putlar yere yuvarlandılar.[20]
Rahib Bahira’nın Gördükleri
Meşhur Rahib Bahîra’nın siyer
kitaplarında detaylıca anlatılan meşhur hadisesidir. Allah Resulü’ne (asm)
peygamberlik vazifesi verilmeden önce, amcası Ebu Talib ve bir kısım
Kureyşlilerle beraber Şam tarafına, ticarete gidiyorlardı. Rahib Bahira’nın
kilisesi civarına geldiklerinde istirahat etmek için kervanı durdurdular. O
sıralarda inzivaya çekilen ve insanların içine çıkmayan Rahip, birden kafilenin
yanına geldi. Kàfile içinde Hazret-i Muhammed’i (asm) gördü. Sonra kàfileye
dedi ki: “Şu, Alemlerin Efendisidir ve peygamber olacaktır.” Kureyşliler
dediler: “Nereden biliyorsun?”Mübarek rahip dedi ki:“Siz
gelirken baktım ki, havada, üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu
Muhammedü’l-Emin’in (a.s.m.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem
görüyordum ki, taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise ancak
peygamberlere yapılır.”[21]
*
* *
Bu mucizeler beraber
değerlendirilediğinde öyle kopmaz bir zincir olur ki, hiçbir şüphe onu koparamaz
ve sarsamaz. Şu tür mucizeler yani cansızların Allah Resulü’nün (asm)
peygamberliğini tasdik etmeleri mucizeleri genellikle mânevî tevatür hükmünde
kesin ve kat’iyeti ifade eder. Herbir nakledilen mucize, diğer mucizelerin
tamamının kuvvetinden bir kuvvet daha alır. Evet, zayıf bir direk, kuvvetli
direklerle omuz omuza geldiği vakit, kuvvetleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam,
asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki, bin adama meydan okur.
*
* *
Düşmana Atılan Taşlar
Kur’anda“Attığın zaman sen atmadın;
ancak Allah attı.”[22] ayetiyle işaret
edilen Bedir Savaşı’nda vuku bulan bir hadisedir.
Allah Resulü (asm) bir avuç
toprakla küçük taşları aldı ve “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek müşrik
ordusunun yüzüne attı. Söylenen bu tek sözün her kulağa gitmesi gibi, atılan
toprak ve taşlar da aynen öyle her bir müşriğin gözüne gitti. Müşrikler kendi
gözüyle meşgul olup, hücum etmekteyken, birden kaçmaya başladılar.[23]
Huneyn Savaşı’nda da Bedir
Savaşı’nda olduğu gibi, düşman ordusunun şiddetli hücumu esnasında yine bir
avuç toprak atıp, “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek, herbirinin kulağına
bir “Bu yüzler kahrolsun!” cümlesi girdiği gibi, Allah’ın izniyle herbir
düşman askerinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar.[24]
İşte, Bedir’de ve Huneyn’de
meydana gelen şu harika hâdise, sıradan sebeplerin ve insan kudretinin
dahilinde olmadığı için Kur’an “Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah
attı.”[25] diye ferman eder.
Yani, “O hâdise bir insanın kudretinin haricindedir. Ancak Allah’ın
kudretiyle olmuştur.”
Bir Yahudi’nin Suikast Girişimi
Başta Buharî ve Müslim olmak
üzere, sahih hadis kaynaklarında nakledilen bir mucizedir. Hayber Savaşı’nda,
Yahudi bir kadın, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş ve gayet tesirli bir zehirle
zehirleyip, Allah Resulü’ne (asm) göndermişti. Sahabeler yemeye başladılar.
Allah Resulü (asm) birden dedi ki: “Pişirilen keçi bana‘Ben
zehirliyim!..’ diyor.” diye haber verdi. Sonra herkes elini çekti.
Fakat o şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibni’l-Bera’ aldığı birtek lokmadan
vefat etti.
Allah Resulü (asm), o Zeynep ismindeki
Yahudi kadını çağırdı. Sordu: “Neden böyle yaptın?” Kadın dedi ki: “Eğer
peygambersen sana zarar vermeyecek. Eğer padişahsan, insanları senden kurtarmak
için yaptım.”[26] Bazı rivayetlerde
o kadını ölümle cezalandırdığı veya ölen sahabenin akrabalarına kısas için
verip onların öldürdükleri nakledilmiştir.[27]
Şu mucizevi hadiseyle ilgili bazı
detaylar da şöyledir. Bir rivayette, o keçi haber verdiğinde bazı sahabeler de
söylediklerini işittiler.[28]
Bir rivayette vardır ki, Allah
Resulü (asm), haber verdikten sonra dedi ki: “Bismillah deyiniz, ondan sonra
yiyiniz. Zehir daha tesir etmeyecektir.” Şu rivayeti gerçi İbni Hacer-i
Askalânî kabul etmemiştir, fakat başka hadis alimleri kabul etmişlerdir.[29]
Bazı kötü niyetli ve ortalığı
karıştırma gayretinde olan Yahudiler, Allah Resulü’ne (asm) ve O’na yakın olan
sahabelere birden darbe vurmak istedikleri halde, birden gaipten haber verilmiş
gibi suikast girişiminin ortaya çıkması ve tuzaklarının akîm kalması ve o
ihbarın ifade ettiği vakıa doğru çıkması ve hiçbir vakit sahabeleri nazarında
gerçeğe aykırı bir haberi görülmeyen Hazreti Muhammed’in (asm) “Şu keçi bana
söylüyor.” demesi, herkesin kulağıyla o keçiden o sözü işitmesi kadar kesin
kanaatleri olmuştur.[30]
*
* *
Hazret-i Mûsâ’nın (as) “yed-i
beyzâ” yani elinin nur saçması ve “asâ” mucizesine benzer, üç olayda
Peygamberimizin (asm) mucizesini nakledeceğiz:
Nur Saçan Değenek
Hazret-i İmam-ı Ahmed ibni
Hanbel, Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakleder ki:
Allah Resulü (asm), Katâde ibni
Numan’a, karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana,
lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman bir siyah
şahıs gölge göreceksin. O şeytandır. Onu hanenden çıkar, kov.” Katâde
değneği alır, gider. Yed-i beyzâ gibi ışık verir. Evine gider, o siyah şahsı
görür, evinden çıkarıp kovalar.[31]
Bedir’de Kılınca Dönüşen Değenek
Pek çok mucizenin ve olağanüstü
hadisenin gerçekleştiği Bedir Savaşı’nda, Hazreti Ukkâşe’nin müşriklerle
döğüşürken kılıcı kırıldı. Allah Resulü (asm), ona, kırılan kılıcına mukàbil,
kalınca bir değnek verdi. Dedi: “Bununla savaş.” Birden, değnek,
Allah’ın izniyle, uzun, beyaz bir kılıç oldu. Onunla savaşmaya devam etti.
Hayatı miktarınca, tâ Yemâme harbinde şehid oluncaya kadar boynunda taşıdı.[32]
Şu hâdise kesindir. Çünkü Hazreti Ukkâşe hayatı boyunca, o kılıcıyla iftihar
etmiş ve o kılıç “el-avn” namıyla meşhur olmuştur.
Uhud’da Kılınca Dönüşen Değenek
Uhud Savaşı’nda, Allah Resulü’nün
(asm) halası oğlu olan Abdullah ibni Cahş savaşırken kılıcı kırıldı. Allah
Resulü (asm) ona bir değnek verdi. O değnek onun elinde bir kılıç oldu; onunla
savaşmaya devam etti. O mucizenin eseri olan kılıç bâki kaldı.[34]
Meşhur İbnü Seyyidi’n-Nâs, siyer kitabında haber veriyor ki: Bir zaman sonra,
Abdullah o kılıcı Buğa-yı Türkî isimli bir adama sattı.[35]
İşte bu iki kılıç, Hazreti
Mûsâ’nın (as) mucize olan asası gibi birer mu’cizedir. Fakat Asâ-yı Mûsâ,
Hazreti Musa’nın (as) vefatından sonra mucizeliği kalmamıştır. Fakat Allah
Resulü’nün (asm) mucizesinin eseri olan bu kılıçlar baki kalmışlardır.
_______________________________________________
[1]Buharî, Menâkıb:
25; Tirmizî, Menâkıb: 6 (tahkik: İbrahim A’vad) no. 3633; Müsned, 1:460; Kadı
İyâz, eş-Şifâ, 1:306; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:627; İbni Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, 6:97-98, 133.
[2]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:70; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:627.
[3]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 5:179, 8:298-299; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:132-133.
[4]Tirmizî, Menâkıb: 6; Dârîmî, Mukaddime: 4; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:607; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628.
[5]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71.
[6]Müslim, Fedâil: 2; Tirmizî, Menâkıb: 5; Müsned, 5:89, 95, 105; İbni Hibban, Sahih, 8:139.
[7]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:259.
[8]Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, 6:71
[9]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:608; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:309; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:269-270.
[10]bk. Buharî, Fedâilü’l-Eshâb: 5, 6, 7; Tirmizî, Menâkıb: 19, no. 3697; Ebû Dâvud, Sünnet: 9 (Bâb: fi’l-Hulefâ).
[11]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 6 (no. 2417); Tirmizî, Menâkıb: 19.
[12]Tirmizî, Menâkıb: 19.
[13]Tirmizî, Menâkıb: 19; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75.
[15]Zümer Sûresi, 39/67.
[16]Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme: 19-26; Müsned, 2:88; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:252; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:630; İbni Hibban, Sahih, 9:214.
[17]Müslim, Cihad: 87, no. 1781.
[18]Buhârî, Mağâzî: 48, Mezâlim: 32, Tefsîrü’l-Kur’ân: 12; Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân: 18 (Bâb: Sûretu Benî İsrâil); İbni Hibban, Sahih, no. 1702.
[19]İsrâ Sûresi, 17/81.
[20]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, 6:176 (Hz. İbni Mes’ud’dan).
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bab, Mâcâe fî Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
[22]Enfâl Sûresi, 6/17.
[23]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:84.
[24]Müslim, Cihad: 76, 81 (Bâb: Gazvet-ü Huneyn); Dârîmî, Siyer: 15 (Bâb: Şâheti’l-Vücûh); Müsned, 5:286.
[25]Enfâl Sûresi, 6/17.
[26]Hz. Ebû Hureyre’den: Buharî, Tıb: 55, Cizye: 7, Mağâzî: 41; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4509, 4511, 1512; Dârîmî, Mukaddime: 11; Müsned, 2:451 Hz. Enes’ten: Müslim, no: 2992; Buharî, el-Hibe: 28; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4508. Hz. Câbir ibni Abdullah’tan: Dârîmî, Mukaddime: 11; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no. 4510, 4511. Zehirli keçi hakkında rivâyet yolları ve yeterli bilgi için bk. Ebû Dâvud, Diyât: 6.
[27]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:219, 4:109; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:256, 264; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Me’âd, 3:336.
[28]bk. Hz. Câbir’in hadisi: et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5931, Ebû Dâvud, Diyât: 6; Dârîmî, Mukaddime: 11; el-Cizrî, Câmiu’l-Usûl, 8888, el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296.
[29]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:317-319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:645.
[30]Ebû Dâvud, Diyât, 6; Dârimî, Mukaddime, 11; Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, 4:262.
[31]Müsned, 3:65; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:66-67; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:166-167; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:376; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:3323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; el-Askalânî, el-İsâbe, no. 7076.
[32]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:156; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, 1:637; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:186.
[33]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:157; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, 2:20; el-Askâlânî, el-İsâbe, no. 4583.
[34]İbni Abdi’l-Berr, el-İstibâb, 2:274 (İsâbe’nin kenarında); İbni Hacer, el-İsâbe, 2:287; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 2:32; Abdürrezzâk, el-Musannef, 11:279.
[35]İbni Seyyidi’n-Nâs, 2:32; Abdurrezzâk, el-Musannef, 11:279.
[2]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:70; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:627.
[3]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 5:179, 8:298-299; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:132-133.
[4]Tirmizî, Menâkıb: 6; Dârîmî, Mukaddime: 4; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:607; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628.
[5]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71.
[6]Müslim, Fedâil: 2; Tirmizî, Menâkıb: 5; Müsned, 5:89, 95, 105; İbni Hibban, Sahih, 8:139.
[7]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:259.
[8]Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, 6:71
[9]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:608; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:309; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:269-270.
[10]bk. Buharî, Fedâilü’l-Eshâb: 5, 6, 7; Tirmizî, Menâkıb: 19, no. 3697; Ebû Dâvud, Sünnet: 9 (Bâb: fi’l-Hulefâ).
[11]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 6 (no. 2417); Tirmizî, Menâkıb: 19.
[12]Tirmizî, Menâkıb: 19.
[13]Tirmizî, Menâkıb: 19; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75.
[15]Zümer Sûresi, 39/67.
[16]Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme: 19-26; Müsned, 2:88; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:252; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:630; İbni Hibban, Sahih, 9:214.
[17]Müslim, Cihad: 87, no. 1781.
[18]Buhârî, Mağâzî: 48, Mezâlim: 32, Tefsîrü’l-Kur’ân: 12; Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân: 18 (Bâb: Sûretu Benî İsrâil); İbni Hibban, Sahih, no. 1702.
[19]İsrâ Sûresi, 17/81.
[20]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, 6:176 (Hz. İbni Mes’ud’dan).
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bab, Mâcâe fî Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
[22]Enfâl Sûresi, 6/17.
[23]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:84.
[24]Müslim, Cihad: 76, 81 (Bâb: Gazvet-ü Huneyn); Dârîmî, Siyer: 15 (Bâb: Şâheti’l-Vücûh); Müsned, 5:286.
[25]Enfâl Sûresi, 6/17.
[26]Hz. Ebû Hureyre’den: Buharî, Tıb: 55, Cizye: 7, Mağâzî: 41; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4509, 4511, 1512; Dârîmî, Mukaddime: 11; Müsned, 2:451 Hz. Enes’ten: Müslim, no: 2992; Buharî, el-Hibe: 28; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4508. Hz. Câbir ibni Abdullah’tan: Dârîmî, Mukaddime: 11; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no. 4510, 4511. Zehirli keçi hakkında rivâyet yolları ve yeterli bilgi için bk. Ebû Dâvud, Diyât: 6.
[27]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:219, 4:109; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:256, 264; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Me’âd, 3:336.
[28]bk. Hz. Câbir’in hadisi: et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5931, Ebû Dâvud, Diyât: 6; Dârîmî, Mukaddime: 11; el-Cizrî, Câmiu’l-Usûl, 8888, el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296.
[29]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:317-319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:645.
[30]Ebû Dâvud, Diyât, 6; Dârimî, Mukaddime, 11; Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, 4:262.
[31]Müsned, 3:65; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:66-67; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:166-167; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:376; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:3323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; el-Askalânî, el-İsâbe, no. 7076.
[32]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:156; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, 1:637; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:186.
[33]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:157; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, 2:20; el-Askâlânî, el-İsâbe, no. 4583.
[34]İbni Abdi’l-Berr, el-İstibâb, 2:274 (İsâbe’nin kenarında); İbni Hacer, el-İsâbe, 2:287; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 2:32; Abdürrezzâk, el-Musannef, 11:279.
[35]İbni Seyyidi’n-Nâs, 2:32; Abdurrezzâk, el-Musannef, 11:279.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.