Madem yaratıcımızın hikmeti bir
rehber ve muallim gerektirir, elbette göndereceği rehber veya muallim, akıl ve
şuur sahibi olacaktır. Madem akıl sahibi olanlardan seçecektir, o halde hem
kabiliyet olarak, hem de ahlak olarak en mükemmel bir yaratılışta yaratılan bir
kulu tercih edecektir. İşte bu kul dost ve düşmanların ittifakıyla Hazreti
Muhammed (asv)dir.
Hazreti Muhammed (asm), Cenab-ı
Allah’ın biz kulları için seçtiği örnek şahsiyet ve muallimdir. Peygamberlik
vazifesini yüklenen tüm peygamberler gibi, O da İlahi davayı yaymaya başladığı
zaman insanların inkârlarıyla karşılaşmıştır. Allah’ın âdeti üzere, her
peygamber (as) davasını ispat için bazı mucizeler göstermiştir. Mucize, karşısındakini
aciz bırakan fiillerdir. Yani muhatabın yapmaya aciz olacağı ve gücü yetmediği
bir fiil göstermektir. Bu fiil her ne kadar peygamberin fiili gibi gözükse de,
aslında o peygamberin eliyle Allah’ın göstermiş olduğu bir fiildir, yani fiilin
gerçek sahibi Allah’dır. Demek peygamber mucizeleri, peygamberler tarafından
muhataplarının yapmaktan aciz olacakları fiillerle müminlerin imanlarını
güçlendirmek ve inanmayanların da iman etmelerine vesile olmak için Allah
tarafından yaratılmış fiillerdir. Örneğin, “bir elin parmaklarında çeşme
gibi suyun akması” bir insanın yapmaktan aciz olduğu bir fiildir.
Peygamberimiz (asm) ise, Allah’ın izniyle susuz kalmış ordusunu beş
parmağından, beş musluklu bir çeşme gibi akan su ile susuzluklarını gidermesi[1] bir mucizedir.
Hazreti Muhammed (asm)’in en
büyük ve ebedi mucizesi Kur’an’dır. Kur’an’ın söz söyleme sanatı, bilimsel
alandaki haberleri, ilmi çevrelerin buluşlarına ilham olacak beyanları ve
gelecekten verdiği haberler gibi, binlerce mucizesi ispatlanmıştır. Zaman
geçtikçe Kur’an gençleşmekte ve yeni yeni mucizevî yönleri tespit edilmektedir.
Peygamberimizin (asm) Kur’an’dan
sonra en büyük mucizesi ise kendi zatıdır. Yani Onda (asm) toplanmış en üstün
ahlak ve kabiliyetler, mucize derecesinde hususiyetler taşımaktadır. Öyle ki,
önceden bir Yahudi âlimi olan Abdullah bin Selam gibi pek çok sahabe, sadece
simasını görmekle “Bu simada yalan yok, bu yüzde hile olamaz!..” diyerek
iman etmişlerdir.[2]
Efendimizin (asm) bu mucizevî yönlerini de sitemizdeki “Peygamberimizin Örnek Ahlakı” isimli
bölümümüze havale ediyoruz.
Kur’an ve şahsından sonra ise bir
kısmı Kur’an’da geçen, büyük çoğunluğu ise tarih ve siyer kitaplarında
nakledilmiş mucizeler göstermiştir. Gelecekle ilgili verdiği haberlerin doğru
çıkması, temasıyla yiyeceklerin ve içeceklerin bereketlenmesi, hastaların şifa
bulması, bir elinin işaretiyle ayın ikiye yarılması, miraç mucizesi, hayvanlar
ve ağaçlarda gösterdiği mucizeler gibi binin üzerinde mucizesi vardır.[3]
Her peygamber mucize
göstermiştir.[4]
Fakat her peygamber her konuda mucize göstermemiştir. Örneğin Hazreti İsa (as)
tıp ilminde mucize göstermesi[5]
veya Hazreti Süleyman (as) cinlere ve hayvanlara hükmetmesi gibi[6] tüm
peygamberler belli alanlarda mucizeler göstermişlerdir. Ancak Hazret-i Muhammed
(asm) her türden mucizelerle desteklenmiştir. Bunun nedenini, peygamberliğinin
bütün kâinat için umumi olmasına bağlayabiliriz. Nasıl ki, bir padişahın mühim
bir elçisi bir vilayete oradaki halkın tamamını alakadar eden bir mesele için
gitse, o vilayetteki halkın her nevinden insanlar o elçiyi karşılamaya gelirler
ve hediyeler takdim ederler. Aynen öyle de, Âlemlerin Rabbi, bütün cinlere ve
insanlara, dini ve daveti umumi olan son elçisi Hazret-i Muhammedi (asm)
gönderdiği zaman; melekler âleminden canlı ve cansız varlıklara kadar her
türden mucizeler göstermesine vesile olmuş, bütün kâinat, gösterilen
mucizelerle adeta Onu hoşamedi etmiş (alkışlarla karşılamış) ve manevi
hediyelerini takdim etmişlerdir.
Son olarak bu bölümde
nakledeceğimiz mucizelerde raivayetlerde sık göreceğiniz tevatür, mütevatir,
manevi mütevatir, ahadi gibi hadis ilminde kullanılan bazı terimler hakkında
size kısa bir bilgi vermek istiyoruz ki, konu daha iyi anlaşılabilsin.
Tevatür, yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından bir
hadis-i şerifin aktarılması anlamına gelir.
Mütevatir (hakiki mütevatir veya sarih tevatür de denilir),
yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir hadis-i şerifi
olduğu gibi aktarması demektir.
Manevi tevatür ise, yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir
topluluğun bir hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması anlamına gelir. Yani bir
hadise olduğu kesindir, ancak teferruatında bazı farklılıklar bulunabilir.
Ahadi (haber-i vahid de denilir) ise, bir kişi kanalıyla gelen haber veya hadisler
için kullanılır.
Bu temel bilgileri verdikten
sonra şimdi mucizeleri nakletmeye başlıyoruz.
_______________________________
[1]Müslim, Zühd, 74, no. 3013; İbni Hibban, Sahih, 8:159.
[2]Tirmizî, Kıyâme: 42; İbni Mâce, İkame: 174, Et’ıme: 1; Dârîmî, Salât: 156; İsti’zân: 4; Müsned, 5:451.
[3]el-Askalânî, Fethü’l-Bârî, 6:454; Nevevî,Şerhu Sahih-i Müslim, 1:2.
[4]Enbiya, 21/5; Yunus, 10/74
[5]Maide, 5/110; Al-i İmran, 3/49
[6]Enbiya, 21/82; Neml, 27/16
[2]Tirmizî, Kıyâme: 42; İbni Mâce, İkame: 174, Et’ıme: 1; Dârîmî, Salât: 156; İsti’zân: 4; Müsned, 5:451.
[3]el-Askalânî, Fethü’l-Bârî, 6:454; Nevevî,Şerhu Sahih-i Müslim, 1:2.
[4]Enbiya, 21/5; Yunus, 10/74
[5]Maide, 5/110; Al-i İmran, 3/49
[6]Enbiya, 21/82; Neml, 27/16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.